Sirkeci'deki 2. Şube Müdürlüğünün ince uzun koridorunda çeşitli suçlardan gözaltına alınanlarla birlikte tek sıra halinde dizildik.
Yanımızda bekleşen polislerin suskunluğu sert adımlarla içeri giren sivil giyimli bir kişinin ayak sesleri ile bozuldu. Saygı dolu karşılama hitapları gelen kişinin konumu hakkında ipucu veriyordu.
Adının daha sonra Ekipler Amiri Cevat Yurdakul olduğunu öğrendim. Elleri arkasında yürüyordu. Önünde durduğu kişinin yüzüne bakıp, gözünü gözüne dikiyor, yanındakilerden bilgi alıyor, arada soruyor, cevap istiyordu. Göz hizasına geldiğimizde polis memuru bir poşet verdi. Şeffaf poşetin içinde, olay günü yakalattığım silahımı gördüm.
Buz gibi bir ifade ile "Necisin?"dedi. "Türk Milliyetçisiyim" dedim. Birkaç adım attı. Aniden dönerek poşete sarılı silahı başıma vurdu. Akan kanlar kulağımdan sızıyor, omuzuma düşüyordu. "Bunu senin yanına koymam, evinde huzur içinde oturamayacaksın" diye haykırdım. Üzerime atlayıp yaka paça yere yatırdılar. Bir yandan da copluyorlardı.
Sirkeci'deki 2 Şube Müdürlüğünde 90 gün süresince uygulanan insanlık dışı işkence programı nihayet sona ermişti. Akşam saatlerinde nöbetçi mahkemeye çıkarıldım. Hakim agresif biriydi. Mahkeme salonuna girer girmez bağırmaya, sert sözlerle aşağılamaya başlamıştı. Karşılık verince "götürün şu anarşisti" diye bağırdı. Tutuklanmıştım. Gece yarısını biraz geçe, Bayrampaşa'ya, diğer adıyla Sağmalcılar Cezaevi'ne götürüldüm.
'Kapı altı' ya da 'karantina' tabir edilen bölümde iki gün kaldıktan sonra koğuşa nakledildim. Siyasi mahkum olmama rağmen cinayet koğuşuna konulmuştum. Koğuşta ağırlıklı olarak sol eğimli mahkumlar kalıyordu. Önceleri kim olduğumu, hangi suçtan orada bulunduğumu bilmiyorlardı. Bir kaç gün sonra beni TRT'de haberlerde gördüğünü söyleyen bir hükümlü kimliğim hakkında yorumlarda bulunmaya başlayınca tedirgin bir süreç başlamış oldu. Sahte polislik yaptığı gerekçesi ile hüküm giyen bir kişi gece yarısı el ayak çekildiğinde yüzüme kızdırılmış yağ dökeceklerini söyleyince kararımı verdim. Ne yapıp edip buradan kurtulmalıydım.
Görüş günüydü. Koğuş kapıları açılıp kapanıyor, tutuklu ve mahkumların biri çıkıp diğeri giriyordu. Karışıklıktan yararlanarak aralarına karıştım. Dosdoğru ülkücü koğuşuna girdim, çoğu arkadaşım beni yakından tanıyordu. Geceyi orada geçirdim. Firarımın verilmesine ramak kala cezaevi müdürünün onayı ile yeni koğuşta kalmaya başladım.
Mecidiyeköy Ülkü Ocaklarında ve ayrıca, okuldaki talebe birliği başkanlığım sırasında edindiğim dostlarımın bir çoğunu yeniden gördüm. Ülkücü hareketin efsane isimleri Yusuf Ziya Arpacık, İsmail Hakkı Uysal, Veli Can Oduncu, Alpaslan Alpaslan ile orada tanıştım. Veli Can Oduncu cezaevine getirildiğinde 14 -15 yaşlarındaydı. İdamla yargılanacağı için yatağımı ona verip, bir süreliğine dar bir bölüme razı olmuştum. Nur içinde yatsın, sessiz sakin biriydi. Ne söylersek dinler, itirazsız yerine getirirdi. Yusuf Ziya Arpacık, suç iddialarından kaç yıl yatacağına ilişkin hüküm verecek kadar bilgi sahibiydi. İsmail Hakkı Uysal ranzanın en üstünde namaz kılarken kendinden geçip hıçkırıklara boğulurdu. Şimdilerde Devlet Bahçeli'nin Başdanışmanı olan Alpaslan Alpaslan herkesi abdest alıp namaz kılmaya davet ederdi. Tahsin Sefa ve Cemal Dursun koğuşun akil insanları idi.
Sonraki yazıda: CEZAEVİ ARABASINDA ÖLÜM KALIM SAVAŞI