Yıllar önce ölen yol arkadaşlarımızı uğurlarken; hüzün ve isyanı bir arada tutan ustanın o güzel mısralarını öfkemizin sesi yapardık.
"Hava toprak gibi gebe.
Hava kurşun gibi ağır!
Bağır bağır bağır bağırıyorum.
Koşun kurşun eritmeye çağırıyorum.
O diyor ki bana:
Sen kendi sesinle kül olursun ey!
Kerem gibi yana yana.
Deeeert çok, hem dert yok.
Yüreklerin kulakları sağır.
Hava kurşun gibi ağır.
Ben diyorum ki ona:
Kül olayım Kerem gibi yana yana.
Ben yanmasam, sen yanmasan,
biz yanmasak,
nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa.''
Arkadaşımız yarılan toprağın kokusu içinde dünyaya veda ederken; gök yüzüne hüznün isyanı çığlık çığlığa uçarak gitmekteydi. Arka sokaklar karanlıktı. Silueti fulû kimseler ayağa kaldırdıkları hücrelerle, anaların bakmaya kıyamadığı çocuklarını ölüme sunuyorlardı.
Solcu, komünist ya da Ülkücü, faşist değişmiyordu onlar için. Onlar için ölenlerin tabutu, kurgularına hizmet edecekti. Ölümler yetmedi. 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle, Türkiye geleceğini ablukaya aldılar. Ve o gün bugün bu ablukanın mengenesi arasın da Türkiye'nin DNA'sını kökten değiştirmek çabası içindeler.
Arka sokaklarda ki siluet korkusuzca sisler arasın da, kullandıklarını ortaya döküyor. Patos gibi öğütmelerini acımasızca sürdürüyorlar.
Ülkelerin DNA'sıyla oynamak kolay olmamalı. Ancak, ihanet eden hainler var oldukça; kapıları teker, teker açıyorlar. Pisagor teorisi; ülkelerin geleceğini anlatan tarihinin yazılmasında önemli rol oynuyor. Dik üçgenin, açı ve kenarları üzerine oturan bu teori; sosyolojik yaşamda eleman olarak sermaye dünyasını, siyaset dünyasını ve militarist güçleri kullanmaktadır. İhanet ve hainlik bu üç dünya da güçlendikçe; ülkemizi ve halkımızı, karnı yarılı toprağa gömülmek üzere yuvarlıyorlar.
Kısaca, hava toprak gibi gebe; hava kurşun gibi ağır! Gök yüzüne giden isyan çığlıkları, Toprakta yeni doğumun müjdecisi yapılmadıkça çok anlam ifade etmez. Arka sokakların yeniden iş başın da olduğunu söyleyen Türkiye; bize kerem ol diye çağrı yaparken, kendi içimizde ki hainler nedeniyle yaralandığımızı da söylemekte.
Perdeleme o kadar güçlü ki, haini ne zaman nerede ortaya çıkaracağımızı da kestiremiyoruz. Geriye tek şey kaldı: Hüznün kırbacını; teslimiyetçilerin suratına korkusuzca vurmak! İşe ilk önce kendi hainimiz le başlamalıyız ki; özgürlüğün, bağımsızlığın ve Çok kültürlü Türkiye'nin bizim için önemini hiç unutamasınlar. Haydi, hayırlısı...
Facebook Yorum
Yorum Yazın