Hırsız iş üstünde yakalanmış. Polis, hırsızın hangi pencereyi zorlayarak eve girdiğini, neleri çaldığını detayları ile birlikte hazırlayarak tutanak tutmuş..
Hazret en âlâsından kaşar! Lafa söze, Osmanlı tokadına gerek kalmadan, kendiliğinden çözülüp bülbül kesilmiş, olanı biteni ballandırarak anlatmış.
Tam bir haber konusu, gazeteci böyle bir olayın üzerine atlamaz mı? Atlar! Savcı da gazetecinin üstüne pike yapar: "Hakkında kesinleşmiş mahkeme hükmü olmadan nasıl haber yaparsın, gel bakalım!"
Doğrucu basın şaşkın!
"Her şey ortada savcı bey. Polis suç üstü yaptı. Hırsız itiraf etti."
Türk Milleti Adına Karar:
Toplanan delil ve belgelerin ışığında, sanığın söz konusu fiili (.....) gazetesinde yayınlamak suretiyle işlediği hakaret nedeni ile 7 ay 15 gün hapis ile tecziyesine...'
. . .
Çalışma sistemini 'haraç' olgusuna dayandıran bir sağlık kuruluşundan bahsettiler, adı lazım değil.
Hangi ülkede, hangi şehirde olduğunu bilmem, bilsem de söylemem. Aklımı peynir ekmekle mi yedim?
Bu sistemde dönen dolapları bilmek, bildiklerini kağıda dökmek büyük suç! Hırsız, uğursuz, anafor camiasını incitecek yazıyı kaleme almak ise hepsinden beter!
Yanılıp her şeyi açık etsem neler gelir başıma?
Baş haraççı, jet hızıyla savcılığa başvurur. Savcı yasaları birbirine karıştırır. 5187 ile 5651'i tukaş eder, umarsızca dava açar.
Siz, idealist bir gazeteci olarak adaletin tecelli edeceği günün umuduyla yaşarsınız... Kanunun eninde sonunda hırsıza hırsız diyeceğini düşler, bir de kamuoyunu bilgilendirdiğiniz için üstüne teşekkür alacağınız hayali ile avunursunuz.
Avucunuzu yalarsınız...
Yasayı seller sular gibi yutsanız, onların alayından iyi bilseniz kimin umurunda?
Dedikleri dedik, çaldıkları düdük olmaz mı her zaman?
Kırarlar kalemi, keserler cezayı..
Sonra da, "Temyize gönder, yargıtay içtihadı var, muhtemelen bozulur" der, bir de kafa bulmazlar mı?
. . .
'Bir sağlık kuruluşunda''EN KRAL, EN VERİMLİ' makamların düzenli avanta yoluyla dağıtıldığı bir kurgudan bahsediyoruz. Cüzdan kabarık, maaş dolgunsa bir de mevcut çarka katkı sağlayacak özel bir kapasiteye sahipseniz, bundan iyisi Şam'da kayısı!
Anlattılar... Anlattılar... Böylesi bir sağlık kuruluşunu nefes almaksızın anlattılar....
İzinlerin ne şekilde alındığı,
Cezaların hangi düzenekte biçimlendiği,
Dün 'mağdur edilenlerin bugün 'ne tür yöntemlerle omuzlara alındığı'ndan bahsettiler.
Her ay düzenli 'haraç' organizasyonu yapan bir kurumdan söz ettiler.
Burası neresi?
Nerede bu devlet?
Bilir miyim; bilmem, bilemem...
Bilsem de söylemem, aklımı peynir ekmekle mi yedim?
Hırsıza hırsız diyenin sırtında bağdaş kurup, yek ekmeye muhtaç eden bir sistemde
kim söyler, kim konuşur, kim doğruları anlatır?
Hangi cesaretle?
Ey savcılar!
Ey hakimler!
Sorarım size kim?
. . .
Fincancı Katırları
Nasrettin Hoca ahirette ne var ne yok merak edermiş. Bir gün mezarlıkta boş bir mezar gören hoca eve gidip karısına demiş ki:
- Hanım ahirette ne var ne yok merak ediyorum. Bugün boş bir mezar gördüm, gidip içine yatacağım bakalım ne olacak?
Hoca mezarlığa gidip boş mezara yatmış. "Acaba ne olacak?" diye başlamış sağı, solu dinlemeye. Gece saat dörde doğru "Haldırt!.. Huldurt!.." diye sesler duymaya başlayan Hoca, boş mezarın içinde ansızın ayağa kalkıp sormuş:
- Ne oluyor yahu?
Fincancı katırları Hoca'yı o vaziyette görünce ürkmüş; katırlara yüklenen fincanlar kırılmış. Fincancılar birbirlerine sormuş:
- Bu deli ne arıyor burada?
Katırları ürkmesiyle fincanları kırılan fincancılar Nasrettin Hoca'yı bir güzel dövmüşler. Sabah olunca, hoca ağzı burnu kan içinde eve gelmiş, karısı sormuş:
- Hocam, ahirette ne var ne yok?
Hoca da cevap vermiş:
- Fincancı katırlarını ürkütmezsen, hiçbir şey yok!..
. . .
Günün Sözü:
Varsın hayat yalakalara şans tanısın,
Ben onuruma fiyat biçmem.
Yaşadığım kadar yaşasam ,
Tükürülecek eli asla öpmem.
Hazret en âlâsından kaşar! Lafa söze, Osmanlı tokadına gerek kalmadan, kendiliğinden çözülüp bülbül kesilmiş, olanı biteni ballandırarak anlatmış.
Tam bir haber konusu, gazeteci böyle bir olayın üzerine atlamaz mı? Atlar! Savcı da gazetecinin üstüne pike yapar: "Hakkında kesinleşmiş mahkeme hükmü olmadan nasıl haber yaparsın, gel bakalım!"
Doğrucu basın şaşkın!
"Her şey ortada savcı bey. Polis suç üstü yaptı. Hırsız itiraf etti."
Türk Milleti Adına Karar:
Toplanan delil ve belgelerin ışığında, sanığın söz konusu fiili (.....) gazetesinde yayınlamak suretiyle işlediği hakaret nedeni ile 7 ay 15 gün hapis ile tecziyesine...'
. . .
Çalışma sistemini 'haraç' olgusuna dayandıran bir sağlık kuruluşundan bahsettiler, adı lazım değil.
Hangi ülkede, hangi şehirde olduğunu bilmem, bilsem de söylemem. Aklımı peynir ekmekle mi yedim?
Bu sistemde dönen dolapları bilmek, bildiklerini kağıda dökmek büyük suç! Hırsız, uğursuz, anafor camiasını incitecek yazıyı kaleme almak ise hepsinden beter!
Yanılıp her şeyi açık etsem neler gelir başıma?
Baş haraççı, jet hızıyla savcılığa başvurur. Savcı yasaları birbirine karıştırır. 5187 ile 5651'i tukaş eder, umarsızca dava açar.
Siz, idealist bir gazeteci olarak adaletin tecelli edeceği günün umuduyla yaşarsınız... Kanunun eninde sonunda hırsıza hırsız diyeceğini düşler, bir de kamuoyunu bilgilendirdiğiniz için üstüne teşekkür alacağınız hayali ile avunursunuz.
Avucunuzu yalarsınız...
Yasayı seller sular gibi yutsanız, onların alayından iyi bilseniz kimin umurunda?
Dedikleri dedik, çaldıkları düdük olmaz mı her zaman?
Kırarlar kalemi, keserler cezayı..
Sonra da, "Temyize gönder, yargıtay içtihadı var, muhtemelen bozulur" der, bir de kafa bulmazlar mı?
. . .
'Bir sağlık kuruluşunda''EN KRAL, EN VERİMLİ' makamların düzenli avanta yoluyla dağıtıldığı bir kurgudan bahsediyoruz. Cüzdan kabarık, maaş dolgunsa bir de mevcut çarka katkı sağlayacak özel bir kapasiteye sahipseniz, bundan iyisi Şam'da kayısı!
Anlattılar... Anlattılar... Böylesi bir sağlık kuruluşunu nefes almaksızın anlattılar....
İzinlerin ne şekilde alındığı,
Cezaların hangi düzenekte biçimlendiği,
Dün 'mağdur edilenlerin bugün 'ne tür yöntemlerle omuzlara alındığı'ndan bahsettiler.
Her ay düzenli 'haraç' organizasyonu yapan bir kurumdan söz ettiler.
Burası neresi?
Nerede bu devlet?
Bilir miyim; bilmem, bilemem...
Bilsem de söylemem, aklımı peynir ekmekle mi yedim?
Hırsıza hırsız diyenin sırtında bağdaş kurup, yek ekmeye muhtaç eden bir sistemde
kim söyler, kim konuşur, kim doğruları anlatır?
Hangi cesaretle?
Ey savcılar!
Ey hakimler!
Sorarım size kim?
. . .
Fincancı Katırları
Nasrettin Hoca ahirette ne var ne yok merak edermiş. Bir gün mezarlıkta boş bir mezar gören hoca eve gidip karısına demiş ki:
- Hanım ahirette ne var ne yok merak ediyorum. Bugün boş bir mezar gördüm, gidip içine yatacağım bakalım ne olacak?
Hoca mezarlığa gidip boş mezara yatmış. "Acaba ne olacak?" diye başlamış sağı, solu dinlemeye. Gece saat dörde doğru "Haldırt!.. Huldurt!.." diye sesler duymaya başlayan Hoca, boş mezarın içinde ansızın ayağa kalkıp sormuş:
- Ne oluyor yahu?
Fincancı katırları Hoca'yı o vaziyette görünce ürkmüş; katırlara yüklenen fincanlar kırılmış. Fincancılar birbirlerine sormuş:
- Bu deli ne arıyor burada?
Katırları ürkmesiyle fincanları kırılan fincancılar Nasrettin Hoca'yı bir güzel dövmüşler. Sabah olunca, hoca ağzı burnu kan içinde eve gelmiş, karısı sormuş:
- Hocam, ahirette ne var ne yok?
Hoca da cevap vermiş:
- Fincancı katırlarını ürkütmezsen, hiçbir şey yok!..
. . .
Günün Sözü:
Varsın hayat yalakalara şans tanısın,
Ben onuruma fiyat biçmem.
Yaşadığım kadar yaşasam ,
Tükürülecek eli asla öpmem.