"Hocam, eşimle bir yıl görüştükten sonra evlendik. Ailesini, geçmişini, kendisini iyice tanıdım ve bana uygun bir eş olabileceğini düşündüm. Birçok ortak manevi değerimiz vardı, kültürel olarak da yakındık, çünkü hemşerimdi, fizik olarak da bizi birbirimize yakıştırdılar. Yani anlayacağınız huzurlu bir evlilik sürdürmek için her türlü denklik vardı. Ama evlendikten sonra kocamı tanıyamaz oldum; sorunlar, anlaşmazlıklar ve tartışmaların önü arkası kesilmiyor. Ben nerde hata yaptım?"
Bu hanım okuyucum gibi çok sayıda kişinin kafasında benzer bir soru olabileceğini tahmin ediyorum. Çünkü evliliklerde her şey başta göründüğü ve yaşandığı gibi ilerlemez. Bu da kişileri hayal kırıklığına uğratır ve aldığı karardan pişmanlık duymasına neden olur. Sonuçta bir taraftı öfke ve kızgınlık ateşi yakarken, diğer tarafta ise pişmanlık ve huzursuzluk baş gösterir.
Bunda bazen eş adayını iyi araştırmadan, tanımadan aceleyle verilen evlilik kararı etkilidir. Bazen de düğün öncesi yaşanan süreç ve aileler arasındaki anlaşmazlıklar rol oynar. Bazen de kişilerin karı-koca rolünü tam olarak benimsemeyip, hala annesinin biricik oğlu ve kızı gibi davranması, bazen de çiftin kendi arasında veya çekirdek aile ile köken aile arasında sınır çizememeleri etkili olur. Bu listeyi uzatabiliriz.
Daha da önemlisi, kişilerin evlendikten sonra, çocukluk sıkıntılarını bilinçdışı bir şekilde evliliklerine taşımaları ve böylece bambaşka birine dönüşmeleri etkili olmaktadır. Burada olanlardan aslında onlar da habersizidir.
Nedeni ne olursa olsun, bu süreçte eşlerin yaptığı şey, bir diğerini ısrarla değiştirmeye çalışmak ve kafasındaki ideal eşe dönüştürmektir. Daha doğrusu hayat arkadaşını, kendi mizacı, karakteri ve hayat anlayışına uygun bir eş yapmaktır. Veya onu kendisinin ihtiyacı olan eşe dönüştürmektir.
Böylece eşi, olmasını arzu ettiği gibi olmadığı için, yıllarca ona nasıl olması gerektiğini anlatıp durur.
Arzu edilen değiştirme ve dönüştürme gerçekleşmeyince tarafların öfkesi, kızgınlığı artar. Eşi ile ilgili yanlış, gerçeklerle örtüşmeyen ve önyargılı düşünceler zihnini doldurmaya başlar. Buna paralel olarak da aralarındaki duygusal mesafe de büyür. Öyle ki, çiftler aynı çatı altında aylarca ayrı ayrı odalarında yatmaya başlar.
Bu durum, çiftlerin farklı arayışlar içine girmesinin de en büyük nedenidir. Sosyal medya bağımlılığı başta olmak üzere, internet üzerinden karşı cinsle başlayan sohbetler, maalesef daha da ileri boyutlara taşınıyor.
Burada çiftlere tavsiyem şudur: Kişi önce kendisini sonra da eşini ve onun kültürünü, mizacını, ailesini iyi tanımalıdır. Bundan sonra; eşinden talep ettiği değişikliklerin gerçekten eşinin eksiklikleri mi, yoksa kendi karşılanmayan çocukluk ihtiyaçları mı olduğunun ayrımına varmalıdır. Örneğin eşinin kendisine daha yakın olmasını istemesi, eşinin mesafeli bir olmasından mi, yoksa kendisinde var olan duygusal yoksunluktan, terk edilme şemasından mı kaynaklanıyor, vb soruların cevabını bulmalı.
Ayrıca eşinin hangi davranışlarını değiştirip değiştiremeyeceğini ve eğer değişecekse ne kadarını değiştirebileceğini iyi kavramalıdır.. Çünkü insan, istese bile mizaç ve karakterini kolay kolay değiştiremez. Belki de hiç değiştiremez. Nitekim evlilik tartışmalarının çoğunun kökeninde, hayat tarzı, kişilik ya da değerlere ilişkin köklü farklılıklar yatar. Yılların oturmuş, kökleşmiş alışkanlıklarını bile uzun bir zaman diliminde planlı bir şekilde ancak değiştirebilir. Oysaki birçok danışanımdan şunu duyuyorum, "Hocam, eşim istese değişir, değişmek istemiyor. Demek ki beni sevmiyor." Ben de diyorum ki, değişmek kolaysa siz değişin.!
İnsanoğlu hayatı boyunca yaptığı planların, arzu ettiği hayatın, çizdiği hedeflerin yüzde yirmi-otuzuna ancak kavuşurken, evliliğinin ise, yüzde yüz istediği, hayal ettiği gibi olması konusunda mücadele ediyor. Hayatın gidişatına bu kadar az hakimken, feleğin çarklarını tersine çevirme konusunda bu kadar aciz iken, evlilikte ısrarla bir şeyleri tersine çevirmeye çalışıyor. Oysaki eğer aldatma, şiddet ve istismar gibi ciddi sorunlar yoksa ısrarla eşin davranışlarını ve kişiliğini değiştirmek yerine, onu olduğu gibi kabul etmek en doğrusudur. Yaşanılan sıkıntılara sabretmek, kaderini kabul edip, hayatın gidişatına tevekkülle teslim olmak en huzurlu olanıdır. Belki de eşin değişmesi buna bağlıdır.
Unutmayın, hayat arkadaşınızı olduğu gibi kabul etmek, onun en temel ihtiyaçlarından biridir. Çünkü olduğu gibi kabullenmek insanın varoluşsal bir ihtiyacıdır. Eğer, eşinizi olduğu gibi kabul etmezseniz, onu varoluşsal bir sıkıntı ve bunalıma da sokabilirsiniz.
Bu gerçekler ışığında bizim en güzel değerimiz, sabır ve tevekküldür. Daha da önemlisi her şeyin sahibi olan Yüce Yaratıcıya yalvarıp yardım istemektir.
Bütün sıkıntıların anahtarı da burada değil midir? Hz. Eyüp, Hz Yusuf, Hz. Zekeriya, Hz Yakup ve binlerce peygamberi huzur sahiline çıkaran sabır ve tevekkülleri değil mi?
Bizim niye olmasın?
Yorum Yazın