Aile, insanlığın ilk iki kurumundan biridir. Hz. Adem ve Hz. Havva’nın dünyaya gönderilmesinden sonara din ile beraber kurulun ilk kurum evlilik ve ailedir ve o günden beri de toplumun temel direği ve zembereği görevini sürdürmektedir.
Tarihe baktığımızda toplumların uzun süre ayakta kalmasında da yıkılmasında da aile kurumu önemli bir rol oynar. Kadım Yunan’ı yıkan, Koca Roma’yı çöküşe götüren nedenlerden biri de aile kurumunun yozlaşmasıdır. Bu neredeyse tüm toplumlar için geçerlidir.
Bugün de maalesef aileyi koruyan surlar her taraftan yıkılmakta ve tahrip edilmektedir.
Nitekim batı toplumlarında aile en bunalımlı günlerini yaşıyor. Bilim insanları ailenin yerine konacak bir kurum da bulamıyorlar. Batı’ya göre daha iyi bir yerde olan bizim aile yapımız da uzun yıllardan beri farklı düşünce ideolojiler tarafından saldırıya uğramaktadır. Sağlam değerlerimiz, itibarsızlaştırılmakta, yerinden sarsılmaktadır.
Aile değerlerinin yozlaşmasına neden olan etkenlerin başında aykırı tutum ve davranışların normalleştirilmesi geliyor. Bazı TV yayınları ve dizileri bunu fazlasıyla yapıyor. Toplumun ahlakını bozacak ne varsa, aileyi yozlaştıracak ne varsa onu insanların beyninde normalleştiriyorlar, sıradanlaştırıyor, duyarlılığı yok ediyor.
Bu çerçevede aileyi yozlaştıracak bir diğer tutumda da yargıdan gelmeye başladı. Kadınların maruz kaldığı saldırıların artmasından kaynaklanan bir dayanışma duygusu mudur, nedir bilemiyorum, son zamanlarda mahkeme kararlarında kadınlara karşı pozitif ayrımcılığı aşan bir tutumun var. Özellikle avukatlardan bu konuda ciddi bir sitem işitiyorum.
Zaman zaman yargı, sadece kadının mağduriyetine odaklandığı için bazı durumlarda aile kurumu ciddi zarar görebiliyor.
Ne mi demek istiyorum?
Geçenlerde bir mahkeme, Türkiye tarihinde bir ilke imza attı. Bir boşanma davasında, çocukların velayetini, mağdur babaya değil de, kocasını aldatan, zina eden kadına vererek, adeta sadakatsizliği ödüllendirdi.
Normalde yerel mahkeme çocukların velayetini daha önce babaya vermişti. Gerekçesi de şuydu: ‘Annenin evli olduğu halde eşine karşı sadakate aykırı davranışlar sergilediği, bu şekildeki yaşam tarzı ve davranışları ile çocukların anne ile kalmalarının bedeni, fikri ve ahlaki gelişmeleri bakımından ciddi risk teşkil edecektir.”
Ancak Yargıtay yerel mahkemenin kararını bozdu.
Uluslararası sözleşmelere de atıfta bulunan Yargıtay "Annenin sadakatsiz davranışı velayete engel değil" şeklinde gerekçeli bir kararla bir anlamda sadakatsizliği beyinlerde normalleştirdi. Eminim Yargıtay’ın amacı doğrudan bu değildir, ama zihinlere verdiği mesaj maalesef budur.
Yargıtay, sadakatsizliği veya kadının ne yapıp yapmadığını değil de "çocuğun üstün yararı"nı dikkate aldığını söylemektedir. Çocuğun üstün yararının, zina eden, kocasını aldatan, aile ve evlilik kurumuna ihanet eden “bir annenin yanıdır”,diyorsak, bu çocuğun yaşayacağı travmayı hesaba katmamamız anlamına geliyor.
Çünkü çocuk her gün her dakika, yanında “zina” suçundan dolayı evliliği yıkan bir anne ile birlikte kalacağı için sürekli suçlayıcı bir tutum içinde olacaktır. Ve daha da önemlisi, zinanın suç olmadığı, normal olduğu bir adalet ve toplum anlayışını bilinçaltına yerleştirecektir.
Cezanın en önemli amacı; suç işleyenlere sıkıntı vermekten ziyade, potansiyel suçluları “ceza tehdidi” ile vazgeçirmektir. Oysaki bu durumda, artık anne ve babaların sadakatsizlik konusunda bir korkuları kalmayacaktır. Bu açıdan da zina ve sadakatsizlik normalleşecektir.
Şu anlaşılıyor, mahkemeler çocuğun velayetinin kime verileceği konusunda psikologlardan yardım almaları yanında sosyologlardan da yardım istemelidirler. Çünkü birisi çocuğun ruh sağlığı için ne kadar önemli ise, diğeri