"Kocamın ailesi ile 5 yıl birlikte yaşadık. Babası iki defa dövdü beni. Birincisi 3 aylık evliyken, oğluma 2 aylık hamileyken, dövdü. Hocam -Rabbim şahittir- öldüresiye dövdü. Bir hafta vücudumun üzerine yatamadım, çürük ve morluklardan ve eşim işteydi, gelince anlattım, hiç seslenmedi, tepkide vermedi. Ben bunları yaşıyorum hocam, annem ve herkes beni suçluyor. Eşimden soğudum, nefret ettim. Tabiki yılların birikimi, sevgisizlik, artı şiddet var. Bu tutumum yanlış mı ne yapmalıyım hocam? Sabır, sabır, sabır. Nereye kadar katlanabilirim?"
İstanbul Sultangazi’den yazan Suna hanım'ın ıstırabı, aslında şiddete ve eziyete katlanmayı, öfkesini ve hiddetini içine atmayı, 'idare etmek' olarak algılayan Anadolu kadınının ıstırabıdır. Ancak böyle bir evlilik ve fedakarlık anlayışı ile Suna hanım, -görüldüğü gibi- ne kendisini ne de evliliğini idare edememiştir.
Kadınların bu ıstırabının bir nedeni, kız çocuklarını yanlış bir eğitim anlayışı ile evliliğe hazırlamamızdır. Çünkü kızları evliliğe hazırlarken bir türlü orta yolu bulamadık. İfrat ve tefritte, yani birbirinden çok uzak iki uçta gidip geliyoruz.
Kızlarımızı ya bütün bütün teslimiyetçi, pasif ve benliksiz yetiştiriyoruz, ya da egosu güçlü, asi, hürmet ve saygıdan bihaber, kendi keyfini, zevkini ve rahatını önceleyen yarı feminist bir tipte yetiştiriyoruz.
Her iki durumda da, mutsuz, bezgin, kızgın eşler ve anneler oluşturuyor
Özellikle kırsal bölgelerde kızlarımızı 'idareci ol, aman alttan al, fedakâr ol, kızlar fedakâr olur' gibi kurban pozisyonunda, teslimiyetçi bir anlayışla yetiştiririz. Böyle yetişen bir kız çocuğu da evlendiğinde, Suna hanım'ın örneğinde olduğu gibi her şeyi içine atıyor, her şiddete boyun eğiyor ve sonunda da psikolojik bunalıma düşüyor.
Suna hanım'ın, eşinden ve babasından 'ölesiye dayak' yediği halde, tüm bunlara ses çıkarmaması, gelinin böyle olması öğretildiği içindir. Ancak buna inanmak, onun içinde öfke, hiddet ve hatta nefret biriktirmesine engel olamamıştır. Çünkü aklı, vicdanı, nefsi ve duyguları çatışmaktadır.
İkinci tür kız yetiştirme biçimi ise, daha çok isyankâr ve 'ben-merkezli' eğitim biçimidir.
Özellikle günümüzde yeni evlenen kızlara, yakın aile çevresi 'iyi geçinmenin yolları', saygı ve hürmet göstermeyi değil de karşı koymayı öğretiyor; isteklerinden taviz vermemeyi, ezilmemeyi, kararlarına eşi ve ailesini karıştırmamayı tavsiye ediyor. Tahammül etmeyi değil, en küçük bir sıkıntıda bırakıp gitmeyi; Kayın-validesiyle iyi geçinmenin yollarını değil de ondan uzak durmanın yöntemlerini öğretiyor.
Kendi zevk ve istirahatini her şeyden önce tutan, 'önce benim keyfim' diyen, zahmet ve sıkıntı çekmek istemeyen kızlar, ailelerinin bu yöndeki tavsiyelerinden de cesaret alarak, daha evlenmeden kocasını ailesinden uzak tutmanın yollarını arıyor. Bırakın sorunları çözmeyi öğrenmek, hiç sorun yaşamak istemiyor.
Tabii ki, böyle bir anlayışla evliliğe atılan kız, evliliğinde huzur ve mutluluğu yakalayamıyor.
Ne dersiniz. Birçok şey eğitimde bitmiyor mu?
Aslında Suna hanıma, annesi; "Kocana ve ailesine saygısızlık etme, onların haklarını gözet; eşin ve ailesi ile ilgili sorun yaşadığında arkalarından dedikodu etme, sürekli suçlayıcı olma" deseydi ve ardından da şunu ekleyebilseydi: "ama kendi hakkına da saygısızlık edilmesine izin verme. Sana yapılan haksızlıklar, gerçekten seni çok rahatsız ediyorsa, güzel bir üslupla izah et, konuş, anlat. Kendi kişilik sınırlarını ta baştan itibaren hak çerçevesinde çiz. Her şeyi dert etmene de gerek yok. Küçük sorunlarda anlayışlı ol, sen saygınla, edebinle muamele edersen onlar da sana karşı mutlaka değişeceklerdir" diyebilseydi belki Suna Hanım şiddet de yaşamayacaktı, hiddet ve nefret de…
Ne dersiniz. Birçok şey eğitimde bitmiyor mu?