Evlilik ebedi bir yol arkadaşlığıdır. Bu yolda eşlerde beklenilen şey ise, iki zıt kutupta yaratılan kadın ve erkeğin birbirini tamamlayarak maddi ve manevi konularda birbirine yardım etmesi, iyi ve kötü günde birlikte olmasıdır. Bunun yanında karşı cinsin karşılayabileceği psikolojik ve biyolojik ihtiyaçlarını gidermesidir.
Böyle bir yolculuğun zahmetsiz ve sıkıntısız olması, sadece mutlu ve huzurlu geçmesi düşünülemez. Zıt kutupluluk üzerine kurulu olan dünya hayatında soğuk-sıcak, iyi-kötü, acı-tatlı, zor-kolay, hastalık-sağlık, varlık-yokluk, yaşam-ölüm hep var olacaktır. Kişinin plan ve iradesinin dışında bazen “kaderden atılan musibet taşları” da, deprem gibi doğal afetler de onun rahatını, huzurunu, saadetini belli bir süre sarsacaktır.
Tüm bunların yanında farklı karakter ve doğaya sahip iki insanın bir araya gelmesinden kaynaklanan yanlış anlaşılmalar, anlaşılmamalar, kırılganlıklar, küsmeler, öfke ve kızgınlıklar da var olacaktır ve bunlar ilişkilere geçici bir süre zarar da verebilecektir. Ama hiçbir şey kalıcı olmayacaktır. Acılar da kalıcı değil, mutlulukları da.
Unutmayalım “her kışın bir baharı, her gecenin bir neharı (gündüzü) vardır”
Bu gerçeğe rağmen, nedense insanlar, “her an mutlu olmak” için evlenir ve evliliklerinde de, “kesintisiz bir mutluluk” ararlar. Dostları da onlara hep “ömür boyu mutluluklar” diler. Böylece hayat boyu mutlu olmanın mümkün olduğunu beynimize kodlarız. Dizilerdeki mutluluk sahneleriyle de mutluluk algımız iyice şekillenir. Hayat boyu mutlu olmaya şartlanan kişi, değil hayat boyu bir hafta bile mutsuz olsa, tükendiğini, artık bu evliliğin kendisine heyecan vermediğini, hatta hayatın bir anlamı olmadığını düşünmeye başlar.
Ancak bu dostlar kendi acı-tatlı hayat tecrübelerine rağmen bir insanın her zaman mutlu ve huzurlu olmasının imkânsız olduğunu, böyle bir dileğin, gerçekleşmeyeceği, bunun mümkün olamayacağı hiç akıllarına getirmezler.
Oysa böyle bir mutluluk algısı, yeni evlenenleri gerçek dışı bir mutluluk beklentisine sokuyor. Bu algı içinde olan birisi de, eşinden birkaç huzursuz edici davranış gördüğünde veya kırıcı söz duyduğunda “eyvah ben mutlu olmuyorum, demek ki yanlış bir evlilik yaptım, bu adam veya bu kadın beni mutlu edemez”, diye endişelenmeye başlıyor.
Evliliğine ve eşine bu kaygı ve olumsuz duygular içinde yaklaşan birisi farkına varmadan ona karşı olumsuz davranışlarda bulunuyor. Ve sonuçta olumsuzluk karı-koca arasında bir kısır döngü gibi sürekli dönüp duruyor.
Ayrıca günümüzde medya, özellikle diziler, evlilikten duygusal beklentileri çok yükseltti. Bu dizilerdeki hayatın normal akışına ters olan abartılı evlilik teklifleri, pahalı romantik geziler, lüks lokantalarda her gün baş başa yemekler, yüksek maliyetli takılar, evlilik aşamasındaki genç kızları aynı beklenti içine sokuyor
Özellikle hanımların, sevgi, ilgi, beğenme gibi ihtiyaçları aşırı romantik beklentilere dönüştü. Erkek, doğasından ve yetişme biçiminden kaynaklanan nedenlerden dolayı bu beklentileri karşılamayınca kadın yanlış bir algıya kapılıp, eşinin kendisini sevmediği veya hayatında bir başkası olabileceği düşüncesine kapılıp, huzursuz olabiliyor.
Kısaca bakış açısı, bizzat ve sadece duygusal doyuma, evlilikten elde edilecek mutluluğa, maddi haz ve menfaatlere çevrildi. Bu da her zaman gerçekleşmeyince huzursuzluklar da arttı. Maddi gücünü kaybeden erkek veya fiziki güzelliğini kaybeden kadın, uzun süre hastalık yaşayan, bir musibete maruz kalan, ekonomik ve bedensel gücünü kaybeden eş, karşı tarafın “canını sıkmaya” başlıyor, tahammül sınırlarını zorluyor. Evlilikten beklenilen tatmini vermediği için de kişilerin aklına ilk gelen şey terk etmek oluyor.
Oysaki evlilik bir “kader ortaklığıdır.” Kader ortaklarının iyi günleri de olabilir, kötü günleri de. Hayatta hiçbir zaman “kesintisiz mutluluk” olamaz. Mutluluk kadar, mutsuzluk da, hüzün de, keder ve kaygı da insana özgüdür.