ERMENİLERİN OSMANLIYI ARKASINDAN HANÇERLEDİĞİ 1915’İN 100. YIL DÖNÜMÜNDEYİZ. VATANINI KORUMAK İÇİN CANINI VEREN ŞEHİDLERİMİZİ RAHMET VE MİNNETLE ANIYORUZ. RUHLARI ŞAD, MEKÂNLARI CENNET OLSUN.
1915'de Ermeniler sadece tebaası oldukları Osmanlıya ihanet etmekle kalmamış Müslüman halka acımasızca her türlü işkence, eziyet ve zulmü de yapmıştır. Bunlar resmi arşivlerde belge ve fotoğraflarıyla bulunmaktadır. Büyük ehemmiyet taşıyan resmi kayıtların yanı sıra onları tamamlayan hatıratlarda önemli kaynaklardır. O döneme ait Ermeni mezalimini ortaya koyan hatıraların sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. Bunlardan birisi de Eyüb Sabri (Akgöl)’ün kitabıdır.
'Esaret Hatıraları' kitabından bir alıntı;
"… Burada, biraz da Mısır'da gördüğümüz Ermeni tabiblerinden bahsedeceğim. Ve onlara şu tabiri kullanmaktan kendimi men edemiyeceğim: GÖZ OYUCULARI. (s.69) Evet, bu alçaklar insanlardan her halde başka bir tıynette yaratılmış ve başka bir yürek taşıyan mahlûkdurlar. Çünkü onların işlemiş oldukları bu kadar feci ve ağır cinayetleri insan olan, insan yüreği taşıyan bir mahlûk katiyen yapamaz. Ancak, onlar yapmışlardır Mısır'ın Abbasiye hastanesinde ve teller içindeki feci manzarayı tarif ve tasavvur edebilmek benim iktidarım dışındadır.
Yalnız bu konuda şahit olduğum hakikatleri kaydetmekle yetiniyorum. Şu medeniyet asrına nisbetle geçmiş yüzyılların vahşeti ve orta çağların Engizisyon faciaları dahi bu defaki Abbasiye hastanesinde Mısır'da Türk esirlerine yapılan cinayet ve hıyanetlere misal olunamaz. Zannederim bu alçakça işleri yapanlar gerçi sırf Ermeni doktorları olmuştur. Lakin bunlara son derece yüz ve yetki verilmiş olduğundan dolayı mel'unlar hareketlerinde serbest kalmışlar ve arzuları veçhile biçare ve masum evladlarımızın, yani esaret altında bulunan bu günahsız askerlerimizin bağırta bağırta gözlerini oymuşlardır. Bu cinayetlerin sorumluluğu kime ait olacaktır? Faillerine olmakla beraber sebebiyet vereni olmak itibariyle, tabiatiyle bütün İngiliz hükümetine ait olacağını vicdan sahipleri takdir edecektir.
Abbasiye Hastanesinde Ermeni doktorlarının ellerinde miller ve kolları dirseklerine kadar sıvalı olduğu halde sabahtan akşama kadar işleri güçleri Türk askerlerine ameliyat yapmak ve onların gözlerini oyup çıkarmak olmuştur. Birçok Mısırlı dindaşlarımızın ve bütün esirlerin ifadelerine nazaran bu göz ameliyatı evvelce de vukubulur ise de, mütarekeden biraz evvel ve bilhassa sonra, yani İngilizlere galibiyet gururu geldikten sonra pek ziyade ilerlemiş olduğu anlaşıldığı gibi, bizim oraya gittiğimiz zamanlarda şiddetle devam etmekte olduğu bizzat müşahede edilmiştir. (s.70)
…tahminen ikibinden az olmamak üzere askerlerimizden bir kısmının iki ve bir kısmının da bir gözü oyulmuş ve birçoklarının da ayakları ve kolları kesilmiştir.
…Esirlerimiz sıcakta sabahtan akşama kadar güneş altında angaryada çalıştıklarından dolayı kızgın kumun tesirinden göz ağrısına tutulurlar ve mecburen nöbetçi doktoruna müracaat ederlerdi.
Doktor bunların gözlerine ilaç koymaksızın, ele bir av geçmiş gibi sevinerek hemen hastaneye kaydeder, gözü ağrımakta olan asker hastaneye gitmek istemez ve gönderilmemesi için yalvarır, rica ederse de cebir ve tazyikle gönderilir, on gün sonra gözsüz olarak dönerlerdi. Gerek tellerde ve gerek Abbasiye hastanesinde olsun bu gözsüz askerlerimizin halleri cidden pek elim ve acıklı idi. Bunları gören kalblerin sızlamaması kabil değildi. Hastane avlularında otuz kırk asker birbirinin ceketlerinden tutarak dizi ile abdesthanelere giderler, o suretle def-i hacet edebilirler ve kendilerine mutfaktan yemek almak için dahi zavallılar birbirlerine yedirerek aynı şekilde dizi ile gider gelirler ve sabahtan akşama kadar kumların üzerinde sürünürler, yarı aç yarı tok olarak hayatlarını sürdürürlerdi… (s.71)"
Bütün gerçekler apaçık ortadayken birtakım idarecilerimizden 'yüzleşmeliyiz' gibi manasız sözler duyuyoruz. "Neyle yüzleşeceğiz? Biz vatanımızı savunduk, asıl Ermeniler bize zulmetti" diyenlere de hemen 'nefret dili' kullanıyorsunuz deyip susturmaya çalışıyorlar.
Günümüzde artık savaşlar askeri harekâtlarla değil algı yönetimleriyle yapılıyor. Öyle ki askeri harekâtı kazananlar bilinçaltı mesajlarını o topluma iletememişlerse başarılı olamıyorlar, bilinçaltı mesajlarını vermede başarı gösterdiklerinde ise savaşmalarına bile gerek kalmadan o toplumları ele geçiriyorlar.
Algı yönetiminde kullanılan araçlardan birisi de kavramlar. Var olan kavramların içi boşaltılarak yetmediği yerde yeni bir takım yeni kavramlar uydurarak toplumları istedikleri yöne çekiyorlar. 'Nefret dili' de bu kavramlardan bir tanesi. Bizi susturmak için bu kavramı kullananlar, kendilerine gelince niçin nefret dilini kullanmaktan kaçınmıyorlar? Bütün Müslüman dünya niçin kan ağlıyor? Vatanımız, milletimiz, ümmetimiz için yaptığımız çalışmalar niçin 'nefret dili' oluyor? Son zamanlarda bu uydurma kavramlara bir de 'cihatçı' eklendi. Cihad mı, şehid mi, şehadet mi? Hangisi kötü ki biz artık cihad ayetlerini konuşamaz, yazamaz olduk. Kuran-ı Kerim’deki cihad ayetlerine batının yaklaşımı da aynı bu şekilde…
Diğer bir kavram 'yüzleşme..' Bugünlerde bu kavramı da çok duyar olduk. Niçin sadece batı istiyor diye mağdur olan bizler suçlu olduğumuzu kabul edeceğiz? Peki, bizden yapmadığımız ve olmayan bir soykırımla yüzleşmemizi isteyen emperyalistler niçin kendi yaptıkları gerçek soykırımlarla yüzleşmiyorlar?
Doğu ve Güneydoğu Anadolu topraklarımızda Kürdistan kurulmaya çalışılıyor, Kıbrıs Rumlara verilmek isteniyor, Ege adaları Yunanlılara bırakılıyor… Bu söylemleri kullanarak bizden susmamız isteniyor.
Olmayan Ermeni soykırımı için defaten dikkatli olunması yönünde uyarılarda bulunmuştuk. Geldiğimiz sonuç ortada. Bu daha başlangıç, tazminat ve akabinde toprak talepleri gelecek. Sırada başka hangi ülkelerin olduğunu merak edenler Sevr'e bakabilirler.
Malum medyanın halkın bilinçaltına işlediği bu mesajlardan olabildiğince uzak durmak gerekiyor. Milyar dolarların döndüğü, 24 saat kesintisiz yayın yapan ve hiçbir ücret talep etmeyen bu medyanın amacı sadece bizleri mutlu etmek, dinlendirmek veya eğlendirmek midir? Elbette ki değildir. Bütün bu yatırımın esas amacı halkı istedikleri yere yönlendirmek içindir. Halk onların istediği gibi inansın, onların istediği gibi düşünsün, onların istediği yöne gitsin!
Esaret Hatıraları kitabından kimi bölümleri paylaşmaktaki maksadımız, Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye ve onun şahsında hepimize verdiği öğütler sebebiyledir. "Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez. Osman, geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın..."