18 Mayıs 2012 tarihinde yürürlüğe giren Tapu ve Kadastro Kanunlarında yapılan değişiklik ile artık yabancılar ülkemizden 300 dönüm toprak satın alabiliyorlar. Yabancılara sunulan imkân bu kadarla da kalmıyor, Bakanlar Kurulu kararı ile bu miktar iki katına, 600 dönüme çıkarılabiliyor. Tecrübelerimiz bu kararların hep yabancıların istediği gibi olacağı ve otomatiğe bağlanacağını da gösteriyor.
Üstelik sadece gerçek kişiler değil tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri de aynı haklardan faydalanabiliyor. Bir kişi hem kendi adına hem de kuracağı şirketler adına topraklarımızı rahatlıkla satın alabilir. Kanundaki bazı sınırlamalar da bu şekilde kolaylıkla aşılır. Bir yabancı kendi adına 600 dönüm toprak alabileceği gibi istediği sayıda şirket kurup –ki bu hiç de zor değildir- o şirketlerin her biri adına 600 dönüm toprak alabilir. Bu konuda bir sınır yok! 600 dönüme kaç 600 dönüm eklemek istiyor ise o kadar alabilir.
Durmak yok yola devam! Tabi yürünecek yol artık bir yabancının da olabilir… Ziyanı yok, yürünsün yeter! Artık askeri yasak bölgeler ve askeri güvenlik bölgeleri dahi bu şekilde satılabiliyor.
Hiç şaşırtıcı olmayan bir şekilde, bu Kanunun yürürlüğe girmesinin hemen akabinde 08 Haziran 2012 tarihinde İstanbul’un fethi ile ilgili olarak Atina’da düzenlenen bir toplantıda Yunanlı bir parti lideri "Kalbimiz kraliçe şehirde (İstanbul)! Yaşasın Konstantinos Palaiologos!" deme cüretini gösterebiliyor. Bunun gerçekleşebileceğini “Yahudiler asırlar sonra, 1948 yılında, atalarının topraklarında devlet kurmayı başardılar. Silahları alarak Türkler ile savaşmamız gerekiyor demiyorum fakat asırlarca Helenizm'in Küçük Asya, Pontus ve Doğu Trakya'da var olduğunu unutmamalıyız.” diyor. Türkiye’nin hangi bölgelerini ele geçirmek istediklerini de açıkça söylüyor. Dikkat edilirse “savaşmamız gerekiyor demiyorum” diyerek “savaşa gerek yok, zaten Türkiye’nin toprakları haraç mezat satılıyor, bizde İsrail’in Filistin topraklarını satın alıp devletini kurması gibi yaparız” diyor. Bu durum Fatih Sultan Mehmet Han ile bir Bizans kâhini arasında geçtiği rivayet olunan konuşmayı hatırlatıyor. İstanbul'un fethinden sonra zindanın birinde bulunan bir kâhin Fatih'in huzuruna çıkarılır. Fatih adama kim olduğunu sorar. Adam ben Bizanslıların kâhiniyim der. Niye zindanda olduğu sorulunca, “ben bir kehanette bulundum” der. Fatih, “kehanetin nedir ki seni zindana attılar” deyince kâhin, “İmparator bana ülkemin sonu ne olacak diye sordu. Bende bir savaşta yenileceksiniz ve ülkenizi elinizden alacaklar” dedim. Beni zindana attılar. Bunun üzerine Fatih, peki bizim için kehanetin nedir diye sorar. Kâhinin cevabı ilginçtir "Bu ülkeyi sizin elinizden savaşla kimse almayacak ama zamanı gelince bu topraklarınızı yabancılar paraları ile satın alacak.” Fatih hiddetlenir ve "Ülkemin bir karış toprağını bile satanlar Allah'dan belalarını bulsunlar" der.
Çok etkileyici bir olay! Ancak belgelerde de yer alan vakıf bedduasını hiçe sayarak Fatih Sultan Mehmet Han’ın mirası ve vakfiyesi olan Ayasofya Camii’ni ibadete açmayanlar, rivayete dayanan bu bedduayı ne kadar dikkate alırlar bilemeyiz.
Kanun değişikliğinden sonra vatan toprakları satılmaya başlandı. Hem de öyle böyle değil. Mesela, 5 milyon 556 bin metrekare yüzölçümüne sahip Hatay ilimizin 3 milyon 722 bin 824 metrekaresi satıldı. Artık Hatay’ın üçte ikisinden fazlası yabancıların elinde. Diğer illerimizde de satışlar aynı hızla devam ediyor.
Peki, topraklarımızı hem bu kadar kolay elden çıkarıp hem de niçin her gün şehit veriyoruz? Biz bu şehitleri bir avuç vatan toprağını dahi feda etmemek için vermiyor muyuz? Bir avuç için dahi nice fidanlar feda ederken vatanın nerede ise kökünü bir Kanun ile nasıl gözden çıkarabiliriz? Borç batağına sokulan ülkeyi faiz batağından bu şekilde çıkarmak için mi? Yabancılara toprak satıp, bu satıştan alınan para yine aynı yabancılara faiz ödemesi diye verilecek. Onlar oturdukları yerden sadece bir kâğıt hareketiyle hem toprak sahibi olacaklar hem de paraları yine kendilerinde kalacak. Para dedikleri de kâğıt olmaktan öte hiçbir değeri olmayan, üzerine istedikleri rakamı yazıp matbaalarında basarak dünyaya dağıttıkları kâğıt parçalarıdır. Tam bir kalpazanlık, tam bir üçkâğıtçılık! Bizdeki paralarda bile “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası” yazar nedense “Türkiye Cumhuriyeti” yazmaz!
Ayağımızın altındaki toprak kayıyor! Bir an önce bu şerli ve hilekâr düzenin sahiplerini dost ve müttefik olarak görmekten vazgeçip Müslüman kardeşlerimizle bir araya gelmemiz, kendi birliğimizi kurmamız gerekiyor. İşin ucu daha kötüye gitmeden uyanmalıyız! Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın!” Milli marşımızın idrakine varalım ve iki kıtasını bu gözle bir daha okuyalım!
“Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı!
Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.
Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı.
Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı.
Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ!
Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ.”