TÜRKİYE İŞGAL ALTINDA
Kod adı Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) olan Büyük İsrail Projesi adım adım yürütülüyor. Siyonistlerce arz-ı mevud (vaat edilmiş topraklar) olarak kabul edilen Fırat ve Nil arasındaki topraklarda yer alan ülkelerin haritaları birer birer işgal, iç savaş, renkli devrimler veya sözde seçimlerle başa getirilen kukla idarecilerin icraatları ile değiştiriliyor. Türkiye toprakları da arz-ı mevud sınırları içinde, Cumhurbaşkanımız da BOP eş başkanı.
Savaşların ve işgallerin topla tüfekle olacağını bekleyenler kendilerini 20.ve 21. yüzyılda ön plana çıkan psikolojik harp, soft power, panda diplomasisi, subliminal mesajlar, kavram ve algı oyunları gibi farklı teknikler ile bir anda haklarından ve topraklarından mahrum bir halde bulabiliyorlar. Ülkemizde de bu teknikler sonuna kadar uygulanmaktadır.
Bizler artık Ege adalarının Yunanlılar tarafından işgal edilmesine; uluslararası platformda Rum kesiminin Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta tek söz sahibi olarak kabul edilmesine; topraklarımızın, madenlerimizin, fabrikalarımızın ve yerleşim yerlerimizin satış adı altında yabancılara devredilmesine; Kanal İstanbul ile ülkenin bölünmesine ve bu bölgenin tamamen Araplara satılmasına hiç ses çıkarmaz olduk. Hatta AKP’liler ve onlara destek verdiği için her türlü icraatını kayıtsız şartsız güzelleme ihtiyacı ve yükümlülüğü altında olduğunu hissedenler bunları savunur hale geldiler. “Ama”lar, “ancak”lar ile ülkemiz elimizden kayıp gidiyor.
Ülkemizin işgalindeki en büyük adım ise 16 Aralık 2013 tarihinde imzalanan “Vize Serbestisi Diyalogu Mutabakat Metni ve Geri Kabul Anlaşması”dır. Yukarıda saydığımız teknikler ile milletimizin anlaşmanın ilk kelimelerine yani vize serbestliğine odaklanması sağlanmış asıl amaç olan ülkemizin Avrupa’nın sığınmacı deposu haline geleceği gündemde yeterince yer bulmamıştır. Tabii ki anlaşmanın bu göz boyayan vize serbestliği kısmı gerçekleşmemiştir. Anlaşma milyonlarca sığınmacının ülkemizde barınır hale gelmesine sebep olmuştur. Bu sayı ne yazık ki net dahi değildir. Bir kesime göre 10 ila 13 milyon, resmi verilere göre ise 5 milyondur. Resmi verilerin gerçeğe yansıttığını maalesef düşünmüyoruz. Enflasyon oranları gibi iktidar aleyhine dönebilecek her türlü istatistiksel oran bir kalem oynatmaya bakıyor. Resmi verilerin bile 5 milyon yabancının ülkemizde olduğunu ifade ettiğini düşünürsek kayıt dışı yabancılarla birlikte bu sayının en az iki katı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Ülkemizin nüfus sayısı göz önüne alındığında ülkemizdeki yabancı sayısının tüm dengeleri altüst eden bir sayıya ulaştığı ve her gün sayısının arttığı herkesçe bilinmektedir. “Sınır namustur” deriz ama sınırlarımız şu anda maalesef eleğe dönmüş durumdadır. Yolgeçen hanı gibi elini kolunu sallayan herkes ülkemize girmektedir. Sorun bu kişilerin Türkiye’ye girmesi değil, Türkiye’den Avrupa’ya geçmesi olarak kabul edilmektedir.
Yabancıların çoğu Orta Doğu’dan, Arap ülkelerinden gelen Müslümanlardır. Müslüman olduklarından bir kesim için sempati ile karşılanmakta, ensar-muhacir kelimeleri havada uçuşmaktadır. Maalesef tarihinden ders almayan ve yarınını göremeyen bir millet haline geldik. Daha Kurtuluş Mücadelemiz üzerinden bir asır geçmişken ne çabuk unuttuk. Balkanlardan, Orta Doğudan, Afrika’dan Osmanlı’nın oradaki halkın isteği ile nasıl çıkarıldığını hatırlayalım.
Gelen yabancıların profilleri de genelde genç erkekler olarak gözükmektedir. (Tabii resmi veriler yine öyle ayarlanmış ki kadın erkek oranı nerede ise yarı yarıya gösteriliyor, zannedersiniz yerel halkın kadın erkek nüfus oranı veriliyor.) Savaş bölgelerinden gelen ve kuvvetle muhtemel savaşa dâhil olan bu erkelerin savaşçı olduğu da hesaba katılmalıdır. Biz sadece yabancıları hesapsızca ülkemize almıyoruz iç güvenliğimizi ve toprak bütünlüğümüzü de hiçe sayıyoruz.
Özellikle Arap asıllı yabancıların dokunulmazlığı var. İktidar kendine oy verecek yeni bir halk oluşturmak için onlara en hızlı şekilde vatandaşlık veriyor. Son seçimlerde bunu çok bariz bir şekilde gördük. Ak Parti Genel Başkanı Cumhurbaşkanımız genel seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz yerel seçimlerin kazanılması talimatını verdi. Muhalefet genel seçimlerdeki gibi yerel seçimlerde de son dakikaya kadar ithal edilen seçmen üzerine gerektiği kadar yoğunlaşmayacak mı bilemeyiz ancak göreceksiniz bir önceki seçimlerde kaybedilen özellikle büyükşehir belediyesi olan illerimizde ithal seçmenlerin sayısı artacak.
Yabancılarla ilgili en dikkat çekici konulardan biri de adli vakalarının hiçbir şekilde medyaya yansımaması. Yemin etsek başımız ağrımaz misali haber veriyoruz demek adına nadiren birkaç haber görüyoruz. Böylesi sayılara ulaşan büyük bir insan kitlesinden bahsediyoruz. Yabancıların kendi aralarında ve yabancılarla Türkler arasında birçok kötü hadisenin yaşandığı kuvvetle muhtemeldir. Bu hadiselerin büyük tepkilere yol açacağından bahisle açığa çıkarılmadığı hatta yabancıların kendi aralarındaki vukuatların görmezden gelindiği akla gelmektedir. Bunun en tehlikeli yönlerinden biri ise bireysel suçlarında cezasız kalanların bu cesaretle çeteleşerek kolektif suçları da işlemesidir. Yabancılar arasında çeteleşme, mafyalaşma, gece hayatını ele geçirme, fuhuş, uyuşturucu satışı, kaçakçılık gibi suçların var olduğunu ve artarak devam ettiğini ilerleyen günlerde fazlasıyla göreceğiz.
Avrupa Birliği yeni aldığı bir karar ile göçmen ve iltica yasalarını daha sıkı hale getirdi. Ülkelerindeki sığınmacıları gözaltına alıp 12 haftalık bir incelemeye tâbi tutacaklar ve iltica hakkı vermeyeceklerse “güvenli ülke” sayılan Türkiye’ye gönderecekler. Yani şunu diyorlar; biz ülkemize yabancıların yeteneklilerini, paralılarını, üst düzey eğitimlilerini onları sömürmek için alırız ancak bu vasıfları olmayıp gözden kaçanlar varsa hemen postalayacağız.
Cennet mekân Erbakan Hocam sık sık konuşmalarında Haim Nahum doktrinini dile getirirdi. Bu doktrine göre“Türkiye'yi aç bırak, işsiz bırak, borca esir et, dininden uzaklaştır, böl, böldüğün parçaları birbirleriyle çarpıştır, yumuşak lokmaları yut. Siyonizm 'Biz bunları muharebeyle İsrail’e vilayet yapamayız ancak Haim Nahum doktrini ile yaparız' diyor. Üzerimizde bu plan uygulanıyor. Türkiye'de fakirlik artmıştır, işsizlik dayanılmaz boyutlara gelmiştir, dış borç dayanılmaz hale gelmiştir, din değiştirilmeye çalışılmaktadır, Türkiye bölünmeye götürülmektedir, bu bölünen parçalar bir müddet sonra birbirleriyle çarpıştırılacak." diyerek her fırsatta bizleri uyarır ve uyandırmaya çalışırdı. Halkımızın bir kısmının tepkisizliğinin sebeplerini bu kısa paragrafta bulabiliriz.
Erbakan Hocam aynı zamanda “Eğer bir gün mesele Suriye olursa bilin ki hedef Türkiye'dir.” demiş ve Büyük İsrail Projesinin Türkiye adımının nasıl başlayacağını bize çok önceleri göstermiştir.
Ülkemizdekileri yabancıları artık sadece demografik yapıyı bozan, iç güvenliği tehdit eden, seçim sonuçlarını değiştiren vb. unsurların ötesinde BİP’nin aracı olarak görmemiz gerekiyor. Arz-ı mevudun içerisinde yer alan iller ile yabancıların yaşadığı illeri karşılaştırdığımızda çok fazla çakıştığını görüyoruz. BM verilerine göre en fazla Suriyelinin yaşadığı 5 ilin 3’ü Hatay, Gaziantep ve Şanlıurfa, ikinci 5 ilin 3’ü Mersin, Adana ve Kilis’tir.
Osmanlıcılık yapıp yabancılara sonsuz ve sorgusuz kucaklarını açanlar da bilmeliler ki tarihçilerin araştırmaları Osmanlı da bugünkü gibi denetimsiz ve dengesiz hiçbir yabancı göçü olmadığını göstermektedir. Yabancılar elini kolunu sallayıp Osmanlı’da istediği yere yerleşemiyordu, Devlet onlara belirli bir yer gösterirdi ve oraya yerleşirlerdi. Bırakın yabancıları bir takım mahallelere Osmanlı tebaasından olan yeni biri dahi yerleşecekse o mahallede mukim olanlardan kefil istenirdi. Yabancı bir şahıs yerli halka zarar verdiği takdirde sadece kendisi değil mensup olduğu grup topluca Osmanlı sınırları içinde başka bölgelere gönderilirdi ve bu şekilde güvenliği sağlama yükü kendi üzerlerine de bırakılmış olurdu.
Evet, ülkemizde büyük bir beka sorunu var ama bu sorunun asıl müsebbipleri ali cengiz oyunları ile gözden kaçırılıyor.