Mahkemelerimiz AİHM kararlarına uymak için müthiş bir çaba gösteriyor. Öyle ki bu uğurda kimi zaman kendisinden daha üst mahkemenin kararlarını dahi yok sayıyor. Aslında bir bakıma kendi fetvasını kendisi veriyor ve yargı kendi etkisini kendisini kırıyor.
Siyasilerimiz toplumun sesine kulak tıkayıp üç maymunu oynuyor. 1963'den beri -52 senedir- AB kapılarında aşağılanmaktan kendileri usanmasa da biz millet olarak çok usandık ve AB'Yİ İSTEMİYORUZ!AİHM'İ DE İSTEMİYORUZ!
Yıkılmaya başlamış, üyelerinin dahi kaçıp kurtulmak istediği AB kendi inancını, yaşayışını, geleneklerini dayatarak, üyelerini tek tip haline getirmeye çalışıyor. AİHM ise hukuk kisvesi altında bu amaca hizmet ediyor. Bir Hristiyan kulübü olan AB'nin bu amaçları Hristiyan üyelerini rahatsız etmese de bizim gibi AB'ye girmek için can atan tek İslam ülkesi olan Türkiye'nin Müslümanlarını son derece rahatsız ediyor.
Milli ve manevi değerlerimize taban tabana zıt olan AİHM kararları provokatörlerin dışında kimseyi memnun etmiyor. Bu kararlara uymak için var gücüyle çalışan ulusal yargımızın sürekli AİHM kararlarına atıf yaparak topluma ters olgulara hukuki zemin hazırlaması da tepkiye sebep oluyor, kimseyi memnun etmiyor. Bu memnuniyetsizlik kısa bir süre önce açıklanan bir araştırma ile de bariz bir şekilde ortaya çıktı. Hâkimlere duyulan güvenin son derece düşük olduğu tespit edildi.
Hâkimlerimiz maalesef Mecelle'de belirtilen 'hâkim'liğin evrensel vasıflarını kaybediyorlar. Mecelle'ye göre, 'Hâkim, hakîm, fehim, müstakim ve emin, mekin, metin olmalıdır." Hâkim görüldüğü üzere her türlü dış etkiye kapalı, bağımsız olmalıdır. Günümüzde ise üzülerek görüyoruz ki dış etki bir yana yargımız tümü ile dış güçlerin etkisi altına alınmaya çalışılmaktadır.
AİHM kararlarına atıf yapılan son iki karar da soyadı ile ilgilidir. Birincisi evli kadının evlilik içerisinde sadece kızlık soyadını kullanması, ikincisi boşanan kadının çocuğuna sadece kendi soyadını vermesidir. Bu kararlar ile Anayasada yer alan 'Aile Türk toplumunun temelidir' hükmü fiilen ortadan kaldırılmaktadır. Böylece aile bütünlüğü, aidiyet duygusu da ortadan kalkmakta, değerlerimiz hiçe sayılmakta, nesep karışıklıklarının önü açılmaktadır.
Ülkemize imzalattırılan ve bizi milli-manevi değerlerimize ters düşen uygulamalara zorlayan hilekâr anlaşmalar derhal feshedilmelidir. Hukuk bir ilimdir. Bu ilmi iyi kullanan siyaseti de diplomasiyi de iyi yapar. Ülkemiz bunu başaramadığı için hep masada kaybediyor, istemediğimiz mecralara çekiliyoruz.
Hukukçunun vazifesi içinde bulunduğu toplumun inancına-değerlerine-geleneklerine saygı göstererek adaleti sağlamaktır. AİHM ve benzeri odakların kararlarına atıf yaparak verilen kararlarla adalet sağlanamaz. Zaten hukuk düzeninin fonksiyonu uygulandığı ülkenin inancına, kültürüne, geleneğine göre toplumun gerçek hayat ilişkilerini düzenlemektir. Ulusal yargımız milli ve manevi değerlerimizin ışığında kararlarını vermeli ve önceki yanlışlarından da bir an önce dönmelidir.