Dünyayı idare etmeye çalışan küresel güçlerin, siyonizmin dünya üzerindeki birçok sorunun müsebbibi olduğunu görmekteyiz. Bu güçler kendi hükümranlıkları altında olan bir dünya hayal etmekte ve bu hayalleri doğrultusunda tüm insanlığa şekil vermeye çalışmaktadırlar. Bu hedefleri doğrultusunda meşru-gayrimeşru ayrımı gözetmeksizin her türlü aracı kullanmaktan da çekinmemektedirler.
Gayrimeşru yollarını da bir kısım disiplinlere yön vererek meşru imiş gibi ortaya koymakta kendilerine zemin hazırlamaktadırlar. Bu disiplinlerden en önemlilerinden birisi de “Hukuk”tur. Hukuk adaleti tesis etmek için kullanılması gerekirken bu mihrakların elinde bir silaha dönüşmektedir. Küresel hâkimiyetlerini tüm dünya üzerinde hukuk kılıfı altındaki düzenlemelerle sessiz sedasız gerçekleştirmektedirler. Öyle ki bu kuralları dahi istediklerine istedikleri gibi uygulamakta ve istemediklerine de yine ilim kılıfı geçirilmiş bir takım tezler ileri sürerek uygulamamaktadırlar. Mesela; insan hakları sözleşmeleri Müslüman dünyaya gelince uygulanmamakta bölgesel şartlar, konjonktür, stratejik konum, içinde bulunulan durum, vs. gibi bir takım bahaneler ileri sürülmektedir.
Küresel hukuki düzenlemelerinin uygulanmasını da uluslararası mahkemeler kurarak garanti altına almaya çalışmaktadırlar. Denetleme mekanizmaları kurarak “raportör” adı altında denetleyicilerini ülkelere göndermektedirler. Bunlar da yetmezse ambargolar, uluslararası oluşumlardan dışlama gibi farklı açılardan baskı kurmaktadırlar. Uluslararası “sözde” mahkemelerin evrensel hukuk kuralları içinde yer alan din-inanç-ibadet özgürlüğü hakkını Müslümanlara gelince hiçe sayarak nasıl kararlar verdiğinin en bariz örneklerinden biri olarak başörtüsü ile ilgili AİHM’in verdiği kararları hatırlayabiliriz.
Uluslararası hukukun küresel yapıyı oluşturmanın bir aracı olduğu unutulmamalıdır. Bu hukuki düzenlemelerin bir kısmının pozitif uygulamalar içermesi tek tip düzen anlayışı oluşturma amaçlarını görmemize engel olmamalıdır. Bazen uzun bir metin halindeki uluslararası bir sözleşmenin/antlaşmanın bir kelimesi, bir cümlesi, bir paragrafı surda açılan bir gedik misali sonraki aşamalarına basamak olmaktadır.
Uluslararası hukukun hakkı/adaleti tesis etmediğinin zaten böyle bir amaçlarının da olmadığının en bariz örneğini ülke olarak son günlerde Ege ve Doğu Akdeniz’de yaşıyoruz. Türkiye ve Yunanistan’ın her ikisinin de NATO üyesi olmasına rağmen her zaman ki gibi emperyalist küresel güçler Yunanistan’ın yanında yer alıyor ve açıkça destekliyor. Türkiye’nin NATO üyesi olmasının hiçbir hükmü yok. Hâlbuki Türkiye NATO oluşumlarında üzerine düşeni her zaman fazlasıyla yerine getiren bir ülke. NATO askeri güç sıralamasında Yunanistan 10. sıradayken Türkiye ABD, Fransa, Birleşik Krallıktan sonra 4. sırada. Görüldüğü üzere uluslararası hukukun ve oluşumların hiçbir faydası yok. Küresel güçlerin menfaati ne ise hukukta odur! Çünkü onların hukuku adalet ve hak anlayışına değil sömürü/menfaat anlayışına dayanmaktadır. Adil bir düzen kurmanın değil sömürü düzeni kurmanın peşindedirler.
Tarihi sürece baktığımızda aynı yaklaşımla defalarca karşılaştığımızı görmekteyiz. Türkiye Ege’deki bir kısım adayı (Semadirek, Limni, Midilli, Sakız, Sisam, Ahikerya) 1923’de Lozan Antlaşması görüşmelerinde istemiş ancak Rum nüfusunun fazla olduğundan bahisle askeri üs ve askeri yapılar kurmaması şartı ile Yunanistan’a verilmiştir. Hâlbuki bu adalarda nüfus yapısını ileri sürenler yine Lozan’da nüfusunun %80’i Türk olan Batı Trakya’yı da Yunanistan’a vermişlerdir.
Lozan’da İtalya’ya bırakılan 12 ada ise 1947’deki Paris Antlaşması ile ve yine silahsızlandırılmak şartıyla Yunanistan’a verilmiştir.
Şarta bağlı sözleşmelerde/antlaşmalarda şart ortadan kalkmışsa artık o sözleşmenin/antlaşmanın hükmü de kalmaz. Bu da evrensel bir hukuk kuralıdır. Ancak yine görmekteyiz ki Yunanistan adalarda her türlü şartı ihlal etmesine rağmen küresel güçlerin desteği ile hükümranlığını yine sürdürmektedir.
Uluslararası hukuk ile sadece topraklar, yer üstü ve altı kaynaklar sömürülmemekte kültürler de yok edilmektedir. Dünya hâkimiyeti kurmak isteyenlerce ülkeler kültürel emperyalizm ile tek tipleştirilerek daha kolay yönetilmek ve şekillendirilmek isteniyor. Her milletin sahip olduğu inancı, kültürü, geleneği ve göreneği yok sayılıp bu mihrakların hedeflerine engel olabilecek her türlü kural bertaraf edilmek isteniyor. Bu bertaraf ediş de milletlerin tabiatı hiçe sayılarak en çirkin ve dışlayıcı şekillerde yapılmaktadır.
İnancımızı ve değerlerimizi yok sayan, milli menfaatlerimize aykırı, Anayasamıza göre iç hukuk mevzuatımızın dahi üzerinde sayılan uluslararası sözleşmeleri/antlaşmaları kabul etmemiz mümkün olamaz. Bu sebeple uluslararası sözleşmeler/antlaşmalar imzalanırken inancımıza, kültürümüze bizi biz yapan değerlere, milli menfaatlerimize aykırı olup olmadığı sıkı bir şekilde denetlenmelidir. “Türkler cephede kazanır masada kaybeder” deyimini ancak bu şekilde silebiliriz.