Abone ol
Mutlu-mutsuz evlileri ayıran temel özellik yaşadıkları sorunların türü ya da sayısı değildir.
Huzurlu ya da mutlu evlilerle, mutsuz evlileri birbirinden ayıran temel özellik yaşadıkları sorunların türü ya da sayısı değildir.
Mutlu çiftler de, mutsuz çiftlerin yaşadığı sorunların çoğunu yaşıyor. Örneğin onlar da anlaşamadıkları konularda eşleriyle tartışıyor, fikir ayrılıklarına düşüyor, küçük evlilik krizleriyle karşı karşıya geliyorlar.
Bu durum aslında evliliğin doğasından kaynaklanır ve her dönemde ve herkesin evliliğinde yaşanılması mümkün olan insanlık halleridir. Dünyanın gelmiş geçmiş en huzurlu evliliğini yürüten Peygamber efendimiz de zaman zaman eşleriyle tartışmıştır. Hatta bir defasında Hz. Ayşe validemizle yaşadığı bir tartışmayı sonlandıramayınca, Hz. Ebubekir'i hakem olarak çağırmıştır.
Durum bundan olmasına rağmen, kamuoyunda bu konuda yanlış bir kanaat var: Mutlu bir evliliği olanların tartışmayacağı, küsmeyeceği, birbirine kırılmayacağı zannedilmektedir. Bundan dolayı da bazı kişiler, eşiyle yaşadığı tartışmaları, küçük krizleri; sevilmediği, beğenilmediği veya istenilmediğine yorabilmektedir.
Yine bu kanaatten olsa gerek, bulunduğum toplumlarda bazı dostlarım, bir evlilik danışmanı olarak, eşimle tartışıp tartışmadığımı sormaktadır. Bu sorunun altında, 'mutlu evliliğin kurallarını bilenler eşiyle tartışmaz, sorun yaşamaz'kanaati yatmaktadır.
Oysaki huzurlu ve uzun bir evlilik yaşayan çiftleri, diğerlerinden ayıran temel özellik, tartışıp-tartışmadıkları değil, daha çok 'sorun çözme becerileridir', 'uzlaşma yetenekleridir', 'Yapıcı iletişim biçimleridir' ve de bir sorunla karşılaştıkları zaman, sorunun çözümüne yönelik stratejiler geliştirmeleridir.
Mutsuz çiftler ise ya sorunun kendisine odaklanmayı, onu daha da dallandırıp budaklandırmayı, kırıcı ne negatif bir iletişim yolunun seçiyor veya sorundan kaçmayı, gündeme getirmemeyi, hep ertelemeyi tercih ediyorlar. Susmak, konuşmamak, ertelemek en çok tercih edilen yol oluyor. Bazı danışanlarım, eşiyle evde hiç tartışmadıklarını, fikir ayrılıklarını gündeme getirmediklerini söylediklerinde, 'eyvah' diyorum, demek ki, sözün bittiği noktaya gelmişsiniz veya iletişim kanallarını kapatmışsınız”.
Bunlar, problemlerin çözümünü engelleyici davranışlardır.
Bu nokta, evlilikte belki de tehlike çanlarının çalmaya başladığı, ayrılık ve boşanma kararlarının artık zihinlerde cirit atmaya başladığı zamandır.
Çare, karşılaşılan sorun ne olursa olsun, önce çözüme odaklanmaktır, kolaylaştırıcı davranışlar sergilemektir. Yani; "bu neden başıma geldi, neden bunu bana yaptı, neden değişmiyor" gibi kişiyi çıkmaza sokan sorular yerine, "tamam durum bundan ibarettir, bunu birlikte nasıl çözebiliriz. Bu sorunu nasıl aşabiliriz, neler yapmam lazım, hangi adımları atmam lazım" gibi yapıcı sorulara odaklanmalıdır.
Bu bakış açısı, çözüm getirdiği gibi, kişinin daha olumlu düşünme yetisinin de gelişmesine katkı sunar, hayatı daha kolay ve huzurlu hale getirir. Ayrıca şunu unutmamak gerekir ki, sorunlarda çözüme odaklanmak sosyal hayatın her aşamasında kişiye gerekli olan bir şeydir.
Kişiler arası tüm ilişkilerde sorun çözme becerisi arttıkça ilişkiler daha dengeli ve uzun ömürlü olur.
Bunun yanında yaşadığımız modern hayata gittikçe daha karmaşık hale geliyor. Çözüm üretme ve analitik düşünme yetileri gelişmiş olan bireyler topluma daha rahat ayak uydurarak sorunlara ya da karmaşaya daha hızlı çözüm üretebiliyorlar.
Mutlu çiftler de, mutsuz çiftlerin yaşadığı sorunların çoğunu yaşıyor. Örneğin onlar da anlaşamadıkları konularda eşleriyle tartışıyor, fikir ayrılıklarına düşüyor, küçük evlilik krizleriyle karşı karşıya geliyorlar.
Bu durum aslında evliliğin doğasından kaynaklanır ve her dönemde ve herkesin evliliğinde yaşanılması mümkün olan insanlık halleridir. Dünyanın gelmiş geçmiş en huzurlu evliliğini yürüten Peygamber efendimiz de zaman zaman eşleriyle tartışmıştır. Hatta bir defasında Hz. Ayşe validemizle yaşadığı bir tartışmayı sonlandıramayınca, Hz. Ebubekir'i hakem olarak çağırmıştır.
Durum bundan olmasına rağmen, kamuoyunda bu konuda yanlış bir kanaat var: Mutlu bir evliliği olanların tartışmayacağı, küsmeyeceği, birbirine kırılmayacağı zannedilmektedir. Bundan dolayı da bazı kişiler, eşiyle yaşadığı tartışmaları, küçük krizleri; sevilmediği, beğenilmediği veya istenilmediğine yorabilmektedir.
Yine bu kanaatten olsa gerek, bulunduğum toplumlarda bazı dostlarım, bir evlilik danışmanı olarak, eşimle tartışıp tartışmadığımı sormaktadır. Bu sorunun altında, 'mutlu evliliğin kurallarını bilenler eşiyle tartışmaz, sorun yaşamaz'kanaati yatmaktadır.
Oysaki huzurlu ve uzun bir evlilik yaşayan çiftleri, diğerlerinden ayıran temel özellik, tartışıp-tartışmadıkları değil, daha çok 'sorun çözme becerileridir', 'uzlaşma yetenekleridir', 'Yapıcı iletişim biçimleridir' ve de bir sorunla karşılaştıkları zaman, sorunun çözümüne yönelik stratejiler geliştirmeleridir.
Mutsuz çiftler ise ya sorunun kendisine odaklanmayı, onu daha da dallandırıp budaklandırmayı, kırıcı ne negatif bir iletişim yolunun seçiyor veya sorundan kaçmayı, gündeme getirmemeyi, hep ertelemeyi tercih ediyorlar. Susmak, konuşmamak, ertelemek en çok tercih edilen yol oluyor. Bazı danışanlarım, eşiyle evde hiç tartışmadıklarını, fikir ayrılıklarını gündeme getirmediklerini söylediklerinde, 'eyvah' diyorum, demek ki, sözün bittiği noktaya gelmişsiniz veya iletişim kanallarını kapatmışsınız”.
Bunlar, problemlerin çözümünü engelleyici davranışlardır.
Bu suskunluğun temel nedenlerinden biri, çiftlerin sorunlarını konuşarak çözemedikleri kanaatine varmış olmalarıdır. Çünkü çiftler, evliliğin ilk yıllarında, öfke, incinme duyguları ve beklentilerin karşılanmamasından doğan hayal kırıklığı psikolojisi içinde konuştukları için sorunlarını çözemezler.
Bu süreçte aynı zamanda birbirlerinin içindeki kötü’nün de çıkmasına neden olurlar. Bu durum, karşılıklı suçlamalarla devam eder. Sonuçta, var olan sorun çözülmediği gibi, evlilik hayatlarına yeni sorunlar da eklemiş olurlar. Ve 'nasıl olsa, konuşarak bir yere varamıyoruz' diyerek, bütün bütün konuşmaktan, tartışmaktan kaçarlar.
Bu süreçte aynı zamanda birbirlerinin içindeki kötü’nün de çıkmasına neden olurlar. Bu durum, karşılıklı suçlamalarla devam eder. Sonuçta, var olan sorun çözülmediği gibi, evlilik hayatlarına yeni sorunlar da eklemiş olurlar. Ve 'nasıl olsa, konuşarak bir yere varamıyoruz' diyerek, bütün bütün konuşmaktan, tartışmaktan kaçarlar.
Bu nokta, evlilikte belki de tehlike çanlarının çalmaya başladığı, ayrılık ve boşanma kararlarının artık zihinlerde cirit atmaya başladığı zamandır.
Çare, karşılaşılan sorun ne olursa olsun, önce çözüme odaklanmaktır, kolaylaştırıcı davranışlar sergilemektir. Yani; "bu neden başıma geldi, neden bunu bana yaptı, neden değişmiyor" gibi kişiyi çıkmaza sokan sorular yerine, "tamam durum bundan ibarettir, bunu birlikte nasıl çözebiliriz. Bu sorunu nasıl aşabiliriz, neler yapmam lazım, hangi adımları atmam lazım" gibi yapıcı sorulara odaklanmalıdır.
Bu bakış açısı, çözüm getirdiği gibi, kişinin daha olumlu düşünme yetisinin de gelişmesine katkı sunar, hayatı daha kolay ve huzurlu hale getirir. Ayrıca şunu unutmamak gerekir ki, sorunlarda çözüme odaklanmak sosyal hayatın her aşamasında kişiye gerekli olan bir şeydir.
Kişiler arası tüm ilişkilerde sorun çözme becerisi arttıkça ilişkiler daha dengeli ve uzun ömürlü olur.
Bunun yanında yaşadığımız modern hayata gittikçe daha karmaşık hale geliyor. Çözüm üretme ve analitik düşünme yetileri gelişmiş olan bireyler topluma daha rahat ayak uydurarak sorunlara ya da karmaşaya daha hızlı çözüm üretebiliyorlar.
Yorum Yazın