Abone ol
Yaşayıp gördüklerimi de üstüne koyunca, gülsem mi? ağlasam mı? bilemedim.
Askerlik görevimi yaptığım Şırnak 1998'den, Mart 2019 yerel seçimlerine kadar olan zamanı düşündüm..
- Toprağım, sen yeni geldin buralara, fazla sürmez 1 ay sonra anlarsın!..
Şırnak'a göreve giden ilk araçla gönderip postalanmak üzere, anneme ve o tarihte hayatta olan babama mektup yazdım: "Anneciğim burası çok güzel, en güvenli yer bizim birlik, aynı bizim Bürücek Yaylası gibi, komutanlarımızla arkadaşlarımızla aile gibiyiz, her gün kebap yapıyoruz, her şeyimiz var, buraya düştüğüm için çok şanslıyım, beni merak etmeyin."
V.B. yazılar yazarak arkadaşlarımıza faydalı gazeteciler olduk, 4 kişi hem muhabir, hem yazar, hem de gazete patronuyduk…
Yaşayıp gördüklerimi de üstüne koyunca, gülsem mi? ağlasam mı? bilemedim.
Anlatayım;
Ben, eski bir gazete patronuyum aslında, 'Pervane Gazetesi' Andaç/Uludere/Şırnak..
Bu yaşıma kadar, ne bir siyasi partiye ne de bir dernek ya da örgüte üye olmadım.
Tek üyesi bulunduğum örgüt, gururla söylüyorum ki, 'Türk Silahlı Kuvvetleri' olmuştur. Orada da 16 ay vatani görevimi yaptım, dönmek istemedim, devam etmeme izin vermediler, "senin görevin bitti" dediler, eve döndüm.
Önce acemi birliği Erzincan, sonrasında usta birliği Andaç/Uludere/Şırnak.
Üç köyün ortasında, dere yatağında, 60 kişilik bir topçu bataryasında Ateş İdare Çavuşu Erol Saylan!..
Henüz birliğime teslim olmadan, Gabar dağındaki tugayda 13 gün boyunca misafir edildim. İskenderunlu bir tim komutanının 13 kişilik ekibiyle aynı konteynırda kaldım ve birliğimden gelip beni almalarını bekledim.
İskenderunlu kardeşim toprağımdı, sağolsun misafir etti beni, daha 2 gün olmuştu ki bir kıyamettir koptu, Pkk'lı teroristler koyunlarını otlatan bir kız çocuğunu ve koyun sürüsünü kaçırmışlar, helikopterler toplar tüfekler gırla gidiyor, silahım bile yok, daha kendi birliğime bile varamadım ki, yattım yere izlemeye başladım.
İskenderunlu toprağım, peşlerinden gidip çocuğu kurtarmak için kendi timinin göreve çıkması amaçlı komutanına adeta yalvardı, şaşırdım..
Gittiler, çocuğu kurtarıp alıp getirdiler.
Döndüklerinde sordum;
- Yahu toprağım ben anlamadım, neden göreve gitmek için yalvardın, sivil hayatta hiç mi aileniz bekleyeniniz yok, bıraksaydın nöbetçi tim gitseydi..
- Toprağım, sen yeni geldin buralara, fazla sürmez 1 ay sonra anlarsın!..
O an anlayamadım, 13 gün sonra beni almak için kendi birliğimden bir araç geldiğini söylediler, yola çıktık. Bir gün Şırnak Tümen’de konakladık, 2’nci gün konvoyla yola devam ettik, 2 gün sonunda Irak sınırında, Ortaköy ve Çukurca'nın ortasında bir yerdeki birliğime sağ salim ulaştım. Sene 1998.
Birliğimin bulunduğu yerde asfalt yol yok, telefon yok, postane yok, yok yani işte aklınıza ne geliyorsa hiç birşey yok.
Şırnak'a göreve giden ilk araçla gönderip postalanmak üzere, anneme ve o tarihte hayatta olan babama mektup yazdım: "Anneciğim burası çok güzel, en güvenli yer bizim birlik, aynı bizim Bürücek Yaylası gibi, komutanlarımızla arkadaşlarımızla aile gibiyiz, her gün kebap yapıyoruz, her şeyimiz var, buraya düştüğüm için çok şanslıyım, beni merak etmeyin."
Gabar dağındaki toprağımın dediği oldu, anlamam öyle 1 ay falan da sürmedi, telsiz konuşmaları, taciz ateşi açıp köyün içine kaçan hayalet teroristler, 'basılma ihtimaliniz var' diye gelen istihbarat bilgileri falan derken her gece "inşallah bu gece baskına gelirler" diye sevinçle özlemle ve hasretle bekler olduk teroristleri…
Geceleri hep hazır kıta kaldım (yani tüm gece Ateş İdare ve 02-04 MG3 nöbeti), 13 ay boyunca kendi isteğimle hiç izin kullanmadım. Geceleri nöbetteydim, gündüzleri uykuda.
BATARYADAN 5 ARKADAŞIMLA KÜTÜPHANE KURDUK…
Şimdi hatırlamıyorum, bir çok yere mektup yazarak kitap istedik, postayla koli koli kitaplar geldi, komutanımdan, "herkes kütüphaneden kitap alıp okuyacak" diye emir vermesini rica ettim, okuma yazması olmayan iki arkadaşımıza gece Ateş İdare aracımda ders bile verdim. Film gibi…
TİYATRO KURDUK…
Maaşımızı birleştirip, Şırnak’tan kumaş getirtip tiyatro perdesi yaptık, perdenin üzerine boyalarla Adana işi yazılar yazdım.
Davşan, Dilki, Annıyonggu, Yenggi, Yemenggi, Yüttünggü, Yütüzdünggü v.b.
Sahne perdemizi süsledik yani, soba borusundan, dikiş makinesinden dekor yaptık, hatta dekora göre skeç yazdık, oynadık.
Akşamları ise, taciz ateşi olduğu zamanlar çok eğlendik çok…
PERVANE GAZETESİNİ KURDUK…
Pervane, yani kötülerin etrafında pervane olacaktık, 1*2 ebadında tahta çakıp gazinodaki duvara astık, gazetemizin sayfaları 10 ad. A4 kağıdından oluşuyordu, 15 günde 1 kez yeni yazılarımızla panoyu değiştirirdik, inanın yeni sayı çıkacağı zaman gazetenin önü kuyruk olurdu. Gazetemiz iyi iş çıkartıyordu anlayacağınız.
Yazıların konularını mı merak ettiniz?
Ayak sağlığı, mantar hastalığı,
Vücut temizliğinin önemi,
Yere izmarit atanlara uyarı,
Bayrağımız ve önemi,
Topraklarımız ve önemi,
ATATÜRK
İstiklal Marşımızın önemi ve anlamı
V.B. yazılar yazarak arkadaşlarımıza faydalı gazeteciler olduk, 4 kişi hem muhabir, hem yazar, hem de gazete patronuyduk…
Sarı renkli kartondan itina ile hazırladığımız basın kartlarımız bile vardı.
Bir ara çok düşünmeye başlamış olacam ki, gece 02:30 falandı sanırım Komutanım çağırdı, gittim;
- Erol Saylan Adana Emret Komutanım.
- Erol, top mevziine bir duvar yapacaksın, dereden taş toplansın, kuru ot ve çamurla harç yap. Duvar, dışardan ateş edildiğinde top mevziinde bulunan askerleri ateşten korumak için yapılacak.
- Emredersin Komutanım.
Komutan bana görev verdi, herkesi çalıştırıp duvar yaptıracam diye sevindim, bir anlamda müteahhit olmuştum.
Çin Seddi'nin, Mısır Piramitleri'nin inşaatlarının tarihi resimleri bile film şeridi gibi geçti gözümün önünden, havaya girdim.
İkinci gün öğleden sonra uyandım, arkadaşlarım dereden topladıkları 1 kamyon taşı top mevziine yığmışlardı, tamam dedim inşaata başlayacam, gittim komutanıma;
- Erol Saylan Adana, Emret Komutanım.
- Söyle Çavuş.
- Komutanım, taşlar gelmiş, duvar inşaatı için kaç kişi almamı istersiniz nöbetçi çavuştan.
- Sen yapacaksın Erol, kimse yok, tek başına yapacaksın.
- Emredersin Komutanım!
İki gün sonra parmaklarımın derileri soyulmuş vaziyette saat 03:00 civarı karargahta Komutanımın karşısındayım;
- Erol Saylan Adana, Emret Komutanım.
- Yine ne var Erol, duvar bitti mi?
- Komutanım, elimden geleni yapıyorum fakat bataryamızda sivil hayatında mesleği duvar ustası olan arkadaşlar var. Hem daha hızlı hem de daha güzel ve sağlam yapabilirler. Ben kazma ve kürekle hiç tanışmadım, kalem ve kağıtla uğraştım hep. Daha faydalı olabileceğim işlerde görev verseniz!
- Bir kazma, bir kürek al gel.
- Emredersin Komutanım.
Aldım geldim karargaha;
- Erol Saylan Adana Emret Komutanım!
- Kazmayı kaldır, bak kazmaya..
- Bu kazma, bu Erol.
- Kaldır küreği, bak küreğe.
- Bu kürek, bu Erol.
- Şimdi tanışmış oldunuz, yarın git duvarı yapmaya devam et.
- Emredersin Komutanım.
Yaklaşık 1.5 ay boyunca geceleri hazır kıta nöbetçi, gündüzleri duvar inşaatında amele şeklinde (sonradan 3 yardımcı aldım) çalıştım ve duvar bitti. Top atsan işlemez alimallah…
Sonradan anladım ki, komutanım çok düşündüğümü görmüş ve korkmuş, düşünmeye fırsatım olmasın diye duvar yapma görevini bana vermiş.
Allah uzun ömürler versin, hayatta değilse de mekanı cennet olsun inşallah.
Sonra bir gün teskere zamanı geldi, Ateş İdare'yi alt devrelere nasıl bırakacaktım ki, atış görevi geldiğinde ya yanlış hesap yapar da hedefi kaçırırsa veya geç atış yaparsa, pusudaki timlerimize ya da üst bölgelerdeki birliklerimize saldırırlar da top atışı gecikir ve Askerlerimiz zorda kalırsa!..
Görev yerimi hiç bırakmak istemedim, hiç dönmek istemedim ama askerlik bu işte, zaman gelmişti ve artık eve dönmek zorundaydım. Vatan görevim bitmişti!..
Konvoyla Adana'ya 3 günde ulaştım, Atilla Altıkat köprüsünde otobüsten indim ve etrafıma baktığımda ilk aklıma gelen şu oldu;
Vay be, bu kadar kum, bu kadar çimento, bu kadar inşaat malzemesi nasıl olur, bu kadar bina nasıl yapılabilir. Vay be…
Garipsemeyin sakın, 13 ay boyunca dağda kalırsanız bir de inşaat işine girip ot, çamur ve dereden topladığınız taşlarla Çin Seddi gibi duvar yaparsanız, şehre geldiğinizde bunlar aklınıza gelir tabi.
Askerlik bitti, artık yapabileceğim tek şey, bazı geceler bölgedeki karakolları arayıp telefona çıkan hiç tanımadığım askere "birliğinizde bir şeye ihtiyaç var mı? varsa söyleyin gönderebilirim, yalnız değilsiniz, bizler de burada sizinleyiz" diye moral vermek, hal hatır sormak ve memleketle ilgili haberleri izlemekti.
Bir gün evimde haberleri izlerken dondum kaldım!..
Görüntüler Habur'dandı, (Sene 2013)
13 ay boyunca telsizden, Türkiye Cumhuriyetine, Türk Bayrağımıza, Türk Milleti’ne, Atatürk'e küfür yağdıran, tehditler savuran, henüz 20 yaşındaki Türk askerlerini şehit eden teroristler davul zurnayla karşılanıyordu, izledim. Haberler bitmeden kalktım yerimden, evimin balkonuna ve salonuna Türk Bayrakları astım, çözüm süreci boyunca 3 ayda bir yenileriyle değiştirdim.
Hızımı alamadım, 'Çözüm Süreci'nin yanlışlığını anlatan yazılar yazıp gazetelere gönderdim, en son yerel bir gazetede köşe yazarı oldum…
Sonrasında; açılım, çözüm, barış falan filan gibi görüp yaşadıklarımla alakasız olan haberler izledim, hiç anlam veremedim. Seviyorum ben memleketimi, memleketimin tüm insanlarını, bayrağımı, toprağımı seviyorum. Şırnak'ta yaz sıcağında nöbet mevziine ziyaretimize gelen akrepleri, yılanları bile seviyorum ama teroristleri sevmiyorum!..
O tarihlerde, görsel ve yazılı basında, bebek katili terorist başından bahsederken isminin başına 'Sayın' kelimesi eklenmeye başlandı, yahu bu kelimenin anlamı neydi ki .?
Mustafa Kemal ATATÜRK DİYOR Kİ;
"BU MEMLEKET TARİHTE TÜRK'TÜ, BUGÜNDE TÜRK'TÜR VE EBEDİYEN TÜRK OLARAK YAŞAYACAKTIR"
Gelelim bugüne (Sene 2019)..
Yerel seçimler dolayısıyla liderlerin söylemlerinde seviye iyice düştü, ortam ısındıkça ısındı artık.
Öyle ki; dün ne yaptığını unutanlar bugün Türk Milletinin zekasıyla, hafızasıyla alay edercesine söylemlerde bulunuyor, algı yapmak üzere sloganlar atıyorlar.
Bayrağımıza,
Vatanımıza,
Birliğimize,
Türk Milleti'ne,
Türk Milleti’nin Ata'sı ATATÜRK'ümüze,
Çanakkale'de, Kurtuluş Savaşı'nda dedelerini şehit vermiş bu milletin her bir ferdinin fikrine, görüşüne herkes saygı göstermek zorundadır!..
Demokrasi’nin gereği olarak, yapılacak olan yerel seçimlerde, her Türk vatandaşı özgür iradesiyle, kimsenin suçlayamayacağı şekilde doğru gördüğü yere oyunu kullanmalıdır, bu vatandaşın hakkıdır.
'Bendensin, ondansın' diyerek toplumu bölmek, zaman içerisinde tedavisi mümkün olmayan yaralar açar, insanları kutuplaştırır ve bu kimseyi mutlu etmez.
Bizler, Yüce Türk Milleti olarak bir bütünüz.
Biz, tarih boyunca hep birlikte yaşamış, bunu başarmış ve bu özelliğimizden dolayı tüm dünyanın hayranlıkla baktığı Yüce Türk Milletiyiz.
Asker biziz, hangi siyasi görüşte olursa olsun her erkek Türk Vatandaşı askerlik yapar bu ülkede.
Vatan için şehit düşenlerin siyasi partisi yoktur.
HER TÜRK ASKER DOĞAR
Değerli okurlarım! Türk Bayrağımızı elinizden, İstiklal Marşımızı dilinizden düşürmeyiniz, huzur içerisinde oyumuzu kullanıp demokrasinin işlemesini sağlamak hepimizin görevidir.
Bir devlet büyüğümüz için; 'sevgi sevgiyle çoğalır' demek geldi içimden!..
"NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE!"
Yorum Yazın