Bu yazımda size dünyanın gözyaşlarını görebilen bir avuç onur insanın yaptığı, yaratmaya çalıştığı yeni dünya düzeninden bahsedeceğim.
Öncelikle okurlarım iyi bilir ki, hep benim etik üzerine kafa yorduğumu.. Bu sebepten ahlak etiği kadar önemli bir alt başlık olan çevre etiğinden söz etmek isterim size.
Çevre etiği bilinç sıkıntısı çeken insan uygarlığını çevreye, ekolojiye ve hayvan türlerine karşı kolektif bilinç geliştirmek ve bu tür sesi olmayan canlıların sorunları üzerine konuşmaya ve düşünmeye yönelten bir felsefe alt kültürü de sayılabilir.
Gelelim çevre soykırımı sorunsalına; çevre katliamı veya soykırımı bir savaş suçudur.
İnsanlık ve dünya arasındaki savaşın galip geleni insanlık olduğundan yok olan bir dünyaya borçlu olduğumuz şeyler kümesi de denebilir yani, sanayi devriminden sonra ellerimizle geliştirdiğimiz yegâne nükleerdir.
Çevre soykırımını başlatanları, nükleeri doğaya bırakanları fabrikalar ,kurumsallaşmış üreticiler vb. tüketim çılgınlığı olarak da kovuşlandırabileceğimiz gibi bireyde ADANA halkının mangal sevdası, ağaç diplerinde unutulan veya özellikle bırakılan cam şişeler tekmelenen tecavüz edilen hayvanlar olarak da tanımlayabiliriz.
Neyse ki size bahsetmek istediğim bir avuç onur insanı işte tam olarak burada devreye girmekte. Çevre etiğinin üst bilinci olarak da tanımladığım bu insanlar çevreye verilen her türden zararın devletlerce, kurumsal şirketlerce veya fabrikalarca ödenmesi gerektiği kanaatindeler. Bu yüzden yasa değişikliğine gidiliyor ve sloganları oldukça anlaşılır. “Yasayı değiştir dünyayı kurtar.”
Papa ve birçok ülke bu değişiklik için çoktan kollarını sıvadı. Bu yasa ile ‘Yağmur Ormanları’ avukat tutup bu soykırıma sessiz kalan tüm ülkeleri dava edip sadece maddi tazminatlar değil hükümlü olarak yargılanmalarını da sağlayabilecek.
Peki ya Türkiye çevre etiğinin neresinde?
Kanser gibi üremek ve her şeyi yok etmek dışında pek de bir şey yapmayan canım ülkemin haberi varmış gibi durmuyor bu konuda. Zira, haberi olanlar içinde bu bir çıkmaz! Türkiye de ‘insan, kadın ve hayvan hakları bulunmaz iken, doğa da nerden çıktı’diyenlerinizi duyar gibiyim, bu yüzden Turgut Özal’ın milenyuma mektup adlı ütopik projesinden esinlenerek bende gelecek nesillere bu köşe yazımı bırakmaya karar verdim.
Dilerim bu küllere dönen akciğerlerimiz kalplerimiz olan ormanlar günün birinde tüm dünyaya dava açıp ülkeleri ciddi yaptırımlar ile boyun eğmek zorunda bırakabilir, umarım yanan vücutlarından acılarından dolayı gözyaşlarını gördüğümüz kediler ve karacalar bir gün bizi vicdanımıza mahkûm eder, umarım dilberler sekisinde bilinç yoksunu çiftelerin cam parçaları ile aptal baş harflerini kazıyarak tecavüz ettiği o muhteşem ağaçlar, o garabet harf sahiplerini kara vicdanları ile parmaklıkların arkasına mahkûm kılabilir. Bundan ötürü bugün akşamda veterinerleri alkışlıyor olacağım kendi balkonumdan, zira orman bakanlığını ek ücretlerle tehdit etmeden Türkiye’nin dört bir yanından gelip ÜCRET almaksızın o koca yürekleri ile yangınlarda ağır yara alan o harika dostlarımızı tedavi ettikleri için..
Size de tavsiye ederim…