ALLAH'LA BENİM ARAMDA (BÖLÜM: 3)
İlk duruşma günü gelip çatmıştı. Aylarca mahkeme önüne çıkartılmamıştım. Heyecanlıydım. Erkenden kalkıp traş oldum. Ailemin nerede olduğumdan haberi yoktu. Haber de gönderememiştim.
Sultanahmet İTİA'nın yakılması ve İstanbul Üniversitesine bomba atılarak taranması olayları ile haksız yere suçlanan İsmail Hakkı Uysal'ın kadife, apoletli palto/pardesüsünü alarak giydim.
İlk duruşma günü gelip çatmıştı. Aylarca mahkeme önüne çıkartılmamıştım. Heyecanlıydım. Erkenden kalkıp traş oldum. Ailemin nerede olduğumdan haberi yoktu. Haber de gönderememiştim.
Sultanahmet İTİA'nın yakılması ve İstanbul Üniversitesine bomba atılarak taranması olayları ile haksız yere suçlanan İsmail Hakkı Uysal'ın kadife, apoletli palto/pardesüsünü alarak giydim.
Duruşma anına saatler kala gardiyan gelerek beni aldı. Koğuştan çıkararak cezaevi arabasına bindirildim. Benimle birlikte 20'den fazla insan vardı. Her iki elimden sol ve sağ yanımdakilere kelepçe ile bağlandım. O şekilde otobüsün içindeki uzun tahta basamakların üzerine oturduk.
Cezaevi otobüsü hareket eder etmez, marşa başladılar. Bizimkilere benzemiyordu. İlk anda neler olduğunu anlamadım. Cezaevi ortamı insanda akıl dimağ bırakmıyor. Hafızanız uçup gidiyor. Bir süre tereddütte kaldım. Hafızamı toplamaya çalıştım.
Evet emindim, hep bir ağızdan söylenen marşlar bizimle uzaktan yakından ilgili değildi, komünistlere aitti. Bir anda haykırmışım. "Ulan köpoğulları kimsiniz lan"dediğimi hatırlıyorum. Birden üzerime çullandılar. Ellerim her iki taraftan bağlı olduğu için kıpırdayamıyordum.
Herkes ayağa kalkmıştı, yüzüme gözüme inen yumrukların haddi hesabı yoktu. Tekmelerimi kullanmaya çalışıyordum ancak yetmiyordu. Gözlüğümün camları kırılmıştı, gözlerimden ılık ılık kan akıyordu. Cezaevi arabası durmadan ilerliyor, jandarma aradaki bölmeden kargaşayı izlemekle yetiniyordu.
Bu şekilde Sultanahmet Adliyesine geldik. Jandarma kapıyı açtığında ceset gibiydim. Mahkeme yerine hastaneye gönderildim. 4 saat süren bir operasyon geçirdim. Gözlerimden kıymık kıymık cam parçaları çıkarıldı. Doktorlar bir müddet izledikten sonra kalıcı bir hasar görmediğime emin olarak tedavime son verdiler.
. . .
Dönemin ünlü anarşisti Akrep Nalan'ın Beyazıt Meydanında silah şovunu dönemin tanıkları gazetelerden hatırlayacaktır. Akrep Nalan'la cezaevinde karşılaştık.
Eski adıyla Sağmalcılar, diğer adı ile Bayrampaşa Cezaevinde bir görüş anında rastladım. Birkaç arkadaş toplu olarak yürüyorduk. Ne olduysa ortalık bir anda karıştı.
Grubumuzdan Akrep Nalan'a laf atıldığı iftirası ile cezaevinde isyan başlattılar. Sübyan koğuşu destekli sol örgütlerin bulunduğu bölümler yataklarını tutuşturdu. Jandarma cezaevini sararak bir süre yaylım ateşinde bulundu. Olaylar saatler sonra durulabildi.
. . .
Yine bir görüş günüydü. Yakınlarımın benim nerede olduğuma dair bir bilgileri olmadığı için beni görmeye kimse gelemezdi. Benim gibi olanlarla birlikte koridorlarda yürüyorduk. Şimdiden haberim yok ancak o dönemde görüş saatlerinde ara bölmelerdeki demir kapılar açık olurdu.
Yusuf Ziya Arpacık, Cemal Dursun, Tahsin Sefa ve ismini hatırlayamadığım bir arkadaşımızla birlikte yürüyorduk.
Sağımızda bulunan koridor görüş mahalline gidiyordu. Yakınları ile görüşen tutuklu/hükümlüler aradaki demir kapıyı açtırıp bizim de bulunduğumuz ana koridora çıkıyordu. Kapı açıldı. Bir kaç kişinin bize doğru yürüdüğünü gördüm.
İçlerinden birisi tanıdık gelmişti. Birden beynimde şimşek çaktı. Cezaevi aracında bana saldıranlarından birisiydi. O hengamede kimin orada olduğunu, kimin ne yaptığını bilmem doğal olarak mümkün olmamalıydı ama, beynim sanki o fotoğrafı çekip bir tarafa kaydetmişti.
Yusuf Ziya Arpacık'a, "saldırıda bu da vardı" dedim. "Emin misin" dedi. "Eminim" dedim. "Sen bir tane vur gerisin bana bırak" dedi.
Aynı hizaya geldiğimizde yaradana sığınıp okkalı bir yumruk attım. Sırtının üzerine düştü.
Gözleri şaşkınlıktan yuvalarından çıkacak gibi bakıyordu. Yer kan gölü gibi olmuştu.
Gürültüyü duyan sol görüşlü mahkumlar isyan başlattı. Koğuşlar piknik tüpü ile patlatıldı. Önce sübyan koğuşu daha sonra da Dev-Genç, TİKKO ve diğer ridakal unsurların bulunduğu koğuşların kapıları patlatılarak koridorlara akmaya başladılar. Bağırış çağırışlar, tabanca sesine karışıyor, ortalık giderek yangın yerini andırıyordu.
Gözleri şaşkınlıktan yuvalarından çıkacak gibi bakıyordu. Yer kan gölü gibi olmuştu.
Gürültüyü duyan sol görüşlü mahkumlar isyan başlattı. Koğuşlar piknik tüpü ile patlatıldı. Önce sübyan koğuşu daha sonra da Dev-Genç, TİKKO ve diğer ridakal unsurların bulunduğu koğuşların kapıları patlatılarak koridorlara akmaya başladılar. Bağırış çağırışlar, tabanca sesine karışıyor, ortalık giderek yangın yerini andırıyordu.
Koşmaya başladık. Tedbir amaçla kapatılan ara bölmeler birbiri ardına yeniden açılıyordu. Mermiler bir karış hizadan çevremizden vızır vızır geçiyordu. Allahın izni ile burnumuz bile kanamadan bulunduğumuz koğuşa ulaşabildik.
Jandarma saatler sonra duruma hakim oldu. Ses seda kesildi.
Akşam üzeri sayım yapmak üzere koğuşa gardiyanlarla birlikte bir de savcı gelmişti. Savcı, bana dönerek; "Olayı senin başlattığını biliyoruz.Ancak sana saldırmışlar sen de karşılığını vermişsin. Biz bu olayı kapatıyoruz, umarım devamı gelmez" dedi.
Daha sonra öğrendiğime göre, mahkemeye gidecek tutuklu ve hükümlülerin hangi otobüslere bindirileceğini düzenlemekle görevli bir başçavuş beni komünistlerin bulunduğu otobüse alarak öldürülmem yönündeki talimatı yerine getirmiş. Aynı başçavuşun bu olaydan sonra sürgün edildiğini öğrendim.
SONRAKİ YAZI: Adalet Partisinden MHP'ye