Evinizde evlatlarınız arasında farklı muamele uyguladığınız biri varsa gördüğünüz tepki eminim aynısı olacaktır.
Kimse keyfinden isyan noktasına gelmez, mutlak bir sebebi vardır.
Şimdiden bahsetmiyorum, bundan uzun yıllar önce durum çok farklıydı.
bir baba evlatlarını bir arada tutmanın her zaman yanında, farklı görüş ve düşüncelerle elemine etmenin daima karşısında olmalıdır.
. . .
90'lı yıllarda Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenen organizasyonla Diyarbakır ve Şanlıurfa'ya düzenlenen bir gezide yer aldım.
Türkiyenin bir çok yerinden gelen gazeteciler olarak Hilvan ve Halfeti gibi küçük yerleşim yerlerini içine alacak bir program dahilinde gezdik. Her iki ilde incelemelerimiz oldu. Doğal güzelliklerin yanısıra çoğu yerde şoke eden manzaralarla karşılaştık.
Şimdiyi bilemem, bölge işsizliğin tavan yaptığı görüntülerle doluydu. İşsizlik mağduru insanlar kahvehaneleri doldurmuş, kaldırımlarda onlarca metrelik görüntüler oluşmuştu.
İlçe ve köylerde henüz parayı tanımayan yaşı küçük insanlarla karşılaştık.
O günkü düşünceler ışığında, 'nasılsa bir gün elimizden çıkacak korkusu ile' doğuya yatırım götürülmedi.
Devlet memurları doğuyu sürgün yatağı olarak görürdü. Doktorlar, öğretmenler 'en kötü kur'a' olarak adlandırdıkları tayinleri 'hülle' yöntemlerle aşmaya çalışırdı.
Batıdaki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ile eşit hizmet alamayanlar doğal olarak eğitimsiz kaldı.
Şimdilerde 'ana dilde eğitim' konuşuluyor. Rahmetli Turgut Özal'ın dönemi öncesinde Kürtçe konuşmak fısıltılı halinde olsa bile suç sayılırdı.
Özal, perdeleri çekip aldı. Statükocu güç odaklarının cazgırlığına prim vermeden, 'ömrü yetmese de' Türkiyeyi uygar ülkelerin eşiğine getirdi.
Allah gani gani rahmet etsin. Mekanı cennet olsun.
O günden bu yana Türkiyenin üzerinde oynanan oyunlar dengemizi bozsa da, sırtımızı yere vurmaya yetmedi.
Conkbayırı'nda, Sakarya'da 'vurulup tertemiz alnından' yatanlar aynı milletin evlatları değil miydi?
Yaradıcının huzurunda Türkün Kürtten, Sünni'nin Aleviden, Müslümanın Hristiyandan 'takva'dan gayrı' ne gibi bir üstünlüğü olabilir?
Yüce Allah bile 'Rabb-ül-alemin' 'Alemlerin Rabbi' sıfatı ile kulları arasında ayrım gözetmezken, biz kimiz, kim oluyoruz??
Hepimiz bu vatanın birbirinden farksız, 'etle tırnak' evlatları değil miyiz?
Gelin tuzağa düşmeyelim, birbirimize dört elle sarılalım.
Doğusu ile batısı ile bir bütün olalım.
Suriye'de, Rojava'da, Doğu Türkistan'da, Türkmeneli'nde, Filistin'de, Şengal Dağlarında yaralanan, canlarından edilen insanların hepsi bizim kardeşimiz.
Ayrımız gayrımız yok. Kal-û belâdan beri kardeşiz...
Kimse keyfinden isyan noktasına gelmez, mutlak bir sebebi vardır.
Şimdiden bahsetmiyorum, bundan uzun yıllar önce durum çok farklıydı.
bir baba evlatlarını bir arada tutmanın her zaman yanında, farklı görüş ve düşüncelerle elemine etmenin daima karşısında olmalıdır.
. . .
90'lı yıllarda Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenen organizasyonla Diyarbakır ve Şanlıurfa'ya düzenlenen bir gezide yer aldım.
Türkiyenin bir çok yerinden gelen gazeteciler olarak Hilvan ve Halfeti gibi küçük yerleşim yerlerini içine alacak bir program dahilinde gezdik. Her iki ilde incelemelerimiz oldu. Doğal güzelliklerin yanısıra çoğu yerde şoke eden manzaralarla karşılaştık.
Şimdiyi bilemem, bölge işsizliğin tavan yaptığı görüntülerle doluydu. İşsizlik mağduru insanlar kahvehaneleri doldurmuş, kaldırımlarda onlarca metrelik görüntüler oluşmuştu.
İlçe ve köylerde henüz parayı tanımayan yaşı küçük insanlarla karşılaştık.
O günkü düşünceler ışığında, 'nasılsa bir gün elimizden çıkacak korkusu ile' doğuya yatırım götürülmedi.
Devlet memurları doğuyu sürgün yatağı olarak görürdü. Doktorlar, öğretmenler 'en kötü kur'a' olarak adlandırdıkları tayinleri 'hülle' yöntemlerle aşmaya çalışırdı.
Batıdaki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ile eşit hizmet alamayanlar doğal olarak eğitimsiz kaldı.
Şimdilerde 'ana dilde eğitim' konuşuluyor. Rahmetli Turgut Özal'ın dönemi öncesinde Kürtçe konuşmak fısıltılı halinde olsa bile suç sayılırdı.
Özal, perdeleri çekip aldı. Statükocu güç odaklarının cazgırlığına prim vermeden, 'ömrü yetmese de' Türkiyeyi uygar ülkelerin eşiğine getirdi.
Allah gani gani rahmet etsin. Mekanı cennet olsun.
O günden bu yana Türkiyenin üzerinde oynanan oyunlar dengemizi bozsa da, sırtımızı yere vurmaya yetmedi.
Conkbayırı'nda, Sakarya'da 'vurulup tertemiz alnından' yatanlar aynı milletin evlatları değil miydi?
Yaradıcının huzurunda Türkün Kürtten, Sünni'nin Aleviden, Müslümanın Hristiyandan 'takva'dan gayrı' ne gibi bir üstünlüğü olabilir?
Yüce Allah bile 'Rabb-ül-alemin' 'Alemlerin Rabbi' sıfatı ile kulları arasında ayrım gözetmezken, biz kimiz, kim oluyoruz??
Hepimiz bu vatanın birbirinden farksız, 'etle tırnak' evlatları değil miyiz?
Gelin tuzağa düşmeyelim, birbirimize dört elle sarılalım.
Doğusu ile batısı ile bir bütün olalım.
Suriye'de, Rojava'da, Doğu Türkistan'da, Türkmeneli'nde, Filistin'de, Şengal Dağlarında yaralanan, canlarından edilen insanların hepsi bizim kardeşimiz.
Ayrımız gayrımız yok. Kal-û belâdan beri kardeşiz...