1993 yılı idi. Dönemin Başbakanlık Müsteşarı Necdet Seçkinöz'ü ziyaret etmek üzere Ankara'ya gitmiştim. Necdet Abi ile yıllara dayanan derin bir dostluğum vardı. Kasım 1991 tarihinde atandığı görevini 1993 yılı ortalarına kadar sürdürmüştü.
Son ziyaretim başbakanlıktaki görev süresinin sonlarına doğru oldu. Daha sonra da Bizzat Süleyman Demirel tarafından Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine atandı.
Sekreterlik makamı randevulu bir grup nedeni ile hınca hınç doluydu. Beklemekten sıkılmıştım… Saatim 11.45’i gösterdiğinde Adana’daki gazete bürosunu aradım.
Solcu Bülent Özülkü’nün 'sözde ülkücü' fedaileri; Selçuk Haydaroğlu ve Kadir Özgür'ün kısa bir süre önce büroyu bastığını söylediler.
Saat 12'de yeniden geleceklerini söyleyerek çıkıp gitmişler...
Telefonda görüştüğüm arkadaşım, zorbaların beraberinde bilgisayar, faks gibi büro makinelerini söküp götürdüklerini aktardı.
Arkadaşım işi gazete basmaya kadar vardıran saldırganların gözlerinin bir noktaya sabit, çakmak çakmak baktığını söylediğinde 'hap atarak gelmiş olabileceklerini' düşündüm. Saat 12’de geldiklerinde beni bulamayacakları için 'o ruh hali ile' çalışanlara zarar verebileceklerini düşünerek, dönemin Adana Valisi Bekir Aksoy'u aradım.
Vali Aksoy, 'prosedürü izlemelisiniz' dedi.
Prosedür...??
'Karakola bilgi, adliyeye dilekçe...'
"Yarım saatten az kaldı. Bu adamların gözü dönmüş. Muhtemelen hap atmış olabilirler.Ya çalışanlarımıza zarar gelirse" dedim.
Vali nakaratı tekrarlayınca boşaldım; "Arkadaşlarımın başına en ufak bir zarar gelirse hesabını sizden sorarım" diyerek telefonu kapattım.
O esnada içeri aldılar… Necdet abi elimi sıktığında kendimde değildim, içim boşalmış gibiydi.
"Sen de bir şey var..." dedi.
Adana Valisini es geçerek özetledim.
Necdet abi, sekreterine Vali Aksoy'u bağlamasını söyledi. Tok bir sesle, Aksoy'a; "emniyeti seferber edin. Failleri bulun, beni de durumdan haberdar edin" şeklinde talimat verdi.
Ankara’da acil işlerim de olmasına rağmen alelacele Adana’ya dönmek zorunda kaldım.
Büroya geldiğimdeSolcu Bülent Özülkü'nün kadim dostu, yol arkadaşı, avukatı, eskiden ülkücü Adem Eroğlu ile Gasp Büro Amiri Kemal Köksaldı'nın onlarca kez aradığını söylediler.
Önce Adem Eroğlu'nu aradım. Bürodan alınan bilgisayar ve faks cihazının iade edileceğini, şikâyetçi olmamı istemediklerini söyledi. Bu olaydan ötürü Kadir Özgür ve Selçuk Haydaroğlu'nun önceki suçlarından kaynaklanan infazının yanacağını ekledi.
Adana Emniyet Müdürlüğü Gasp Büro Amiri Kemal Köksaldı'nın yanına gittim. Saldırganların anında yakalandığını söyledi. Bülent Özülkü hakkında bilgi sahibi olup olmadığımı sordu..
(.....)
İfade sonunda şikâyetçi olmak istemediğimi söyledim. Bunu da mizah yüklü bir benzetme ile izah ettim, gülüştük... (*)
Üç saldırganı da Asayiş Şube Gasp Büro Amirliği önünde ip gibi dizmişlerdi.
Ben çıktığımda oradaydılar... Şikâyetçi olmadığı için zaten salıverileceklerdi, fakat bunun için bir yığın işlemin bitmesi gerekiyordu. Buna rağmen Özülkü ile aynı sokağın öteki ucundaki büroma geldiğimde karşı caddede pişmiş kelle gibi sırıtanları farkedince, işte o anda KemalKöksaldı'ya söylediklerimde ne denli haklı olduğumu anladım.
İş bitip, ortada şikayetçi de kalmayınca,solcu Özülkü'nün has dostu ve avukatıeskiden ülkücü Adem Eroğlu U dönüşü yaptı. Konunun arkasına düştüğümüzde de hakaret dolu göndermelerle karşılaştık. Biz de layık olduğu yanıtı vermekten kaçınmadık.
Aradan yıllar geçti.
En ufak eleştiriye tahammül göstermeyen, gazetecilerin üzerine mafyavari yöntemlerle gitmeyi 'hak hukuk adalet' sayan Bülent Özülkü’nün, sözde ülkücü kökenli paralı askerleri Selçuk Haydaroğlu ve Kadir Özgür tarafından yere yatırılmak suretiyle darp edildiğini öğrendiğimde İstanbul'daydım.
Hep söyledik...
Söylemekten dilimizde tüy bitti...
Ne yaptıysak,
Salon türkücülerinin, mankurtların, kemik yalayıcılarının aklına sokamadık...
Kokuşmuşluğa mani olamadık...
Yunus Emre'nin 'Taptuk Dergahı'na 'eğri odun' sokmadığı gerçeğinden hareketle; camiaya düzgün insanlar girsin, camia örnek mensuplarla şereflensin, diğerleri bakıp imrensin istedik...
Olmadı... Oldurmadılar... Sistemi kendi çıkarlarına göre kurdular...
Menfaati böyle buldular...
. . .
(*)Gasp Büro Amiri Köksaldı'ya aktardığımız fıkra
Demirel'e ülkenin durumu hakkında ne düşündüğü sorulmuş....
Demirel de soruyu yönelten kişiye:
"Bak sana bunu bir fıkrayla anlatayım da pazar neşesi olsun" demiş. Demirel'in anlattığı fıkra şu:
Osmanlı döneminde yolsuzlukları ile ünlü Karakuşi adında bir kadı varmış. Bir gün Karakuşi Kadı bir fırının önünden geçerken burnuna güzel bir koku gelmiş.
Vitrinde güveç içinde nar gibi kızarmış sahibini bekleyen nefis bir ördek var....
Karakuşi Kadı, fırıncıya:
'Ben bunu aldım' demiş. Kadıya itiraz edilir mi? Fırıncı hemen ördeği paket yapıp vermiş. Az sonra ördeğin asil sahibi gelmiş:
'Hani bizim ördek?'
Fırıncı boynunu büküp: 'Uçtu' deyince iş kavgaya dönüşmüş. Kavga sırasında fırıncı araya giren bir gayrimüslim müşterinin gözünü çıkarınca korkup kaçmaya başlamış...
Gayrimüslim de peşinde...
Bir duvardan atlarken bilmeden duvarın öteki tarafındaki hamile bir kadının üstüne düşmüş. Kadın çocuğunu düşürdüğü için kadının kocası da fırıncının peşine düşmüş.
Can havliyle kaçan fırıncının çarpıp devirdiği Yahudi bir vatandaş da kızıp peşlerine takılmış...
Sonunda duruma müdahale eden zaptiyeler hepsini yakalayarak Karakuşi Kadı'nın karşısına çıkarmışlar. Kadı sırayla sormuş...
Ördeğin sahibi, 'Bu adam ördeğimi hiç etti' diye şikâyet etmiş.
Karakuşi Kadı fırıncıya sormuş:
'Ne yaptın bu adamın ördeğini?'
Fırıncı, 'Uçtu' demiş.
Kadı kara kaplı defterini açmış:
'Ördeğin karşısında 'Tayyar' yazılı. Tayyar 'Uçar' anlamına gelir. O halde ördeğin uçması suç değil' diyerek, fırıncının ördek işinden beraatına karar vermiş.
Gözü çıkan gayrimüslim vatandaşa sormuş. Onun şikâyetine de kara kaplı defterden bir madde bulmuş:
'Her kim, gayrimüslimin iki gözünü çıkara, o müslimin tek gözü çıkarıla...'
Davacı: 'Benim tek gözüm çıktı. Şimdi ne olacak?' diye sorunca, Karakuşi Kadı - "Şimdi" demiş, "Fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, biz de onun tek gözünü çıkaracağız". Tabii gayrimüslim şikâyetinden hemen vazgeçmiş, fırıncı bu davadan da beraat etmiş.
Çocuğunu düşüren kadının kocasına da Karakuşi Kadı:
"Tamam" demiş, "Karını vereceksin, bu adam yerine yeni çocuk koyacak." Böyle olunca adam da şikayetini anında geri almış, fırıncı bu davadan da kurtulmuş.
Kadı dönmüş Yahudi'ye:- 'Senin şikáyetin nedir bre?' Yahudi bir süre düşündükten sonra ellerini açmış,
"Ne diyeyim kadı efendi, Adaletinle bin yaşa sen, e mi..."
Demirel bu fıkrayı anlattıktan sonra kendisini dinleyen topluluğa dönerek;
"Ananı 'öpen' kadı ise, kimi kime şikáyet edeceksin?.. Bugün ülkedeki durum bu. Ağnadın mı?" dedi.
Kısadan Hisse (ae)