Abone ol
Selahattin Erbaş, 1957 yılında 18 yaşındayken köyden gelerek Adana'ya yerleşti. Sabun imalathanesinde, torna atölyesinde, marangoz yanında çıraklık derken, o dönemde Sabancılara ait olan Bossa Fabrikasında çalışmaya başladı.
Bu yazı dizisi, yazar Yavuz Hakan Tok'un 'Acıların Kitabı' kitabında Selahattin Erbaş'la ilgili gerçekle hiç ilgisi olmayan ifadelere cevap niteliğindedir.
Gazinocu Selahattin Erbaş, Adana'nın Karataş İlçesinin Oymaklı Köyündendir. 1939 yılında dünyaya gelmiştir. Babası Jandarma Başçavuşu Osman Bey'dir. Osman Erbaş soyadını 'Erbaş Çavuş' unvanından almıştır. 5 kardeşlerdir. 200'ü erkek, 235 yeğeni vardır.
Selahattin Erbaş, 1957 yılında 18 yaşındayken köyden gelerek Adana'ya yerleşti. Sabun imalathanesinde, torna atölyesinde, marangoz yanında çıraklık derken, o dönemde Sabancılara ait olan Bossa Fabrikasında çalışmaya başladı.
1960 yılının sonlarına doğru askerlik yapmak üzere gittiği Karaköse ve sonrasında Kars 5. Süvari Alayındaki vatani görevini 2 yıl sonra 1962'de tamamlayarak Adana'ya döndü.
Askerliği sırasında, Kars Orduevi'nde Muhterem Nur ile tanıştı. Sonraki yıllarında gazinoculuk, kulüp ve kumarhane işletmeciliği yaptı. Dost ve müşterileri arasında, Dündar Kılıç, Kürt İdris, Hasan Heybetli, İskender Çolak, Nurettin Ergin, Ömer Lütfi Topal, Nuri Yalçuk, Yılmaz Güney, Ahmet Turgut, Asfalt Rıza, Süleyman Sırrı, Melez Ahmet, Köşker Teyfik, Hasan Bora gibi şöhret sahipleri Selahattin Erbaş'ın mekanına gelip giderlerdi.
Topal lakaplı Selahattin Erbaş, bundan sonraki yaşantısını şöyle anlatıyor:
"Terhis olduktan sonra bir süre Adana'da oyalandım. Evinde oturduğumuz Hüseyin Amca bana Marmara pavyonda katiplik işi buldu. Pavyonun sahibi Mehmet Ali Şen, bana silah ve mermi vererek, gerektiğinde kullanmam gerektiğini de tembihledi.
Marmara Pavyonuna müşterilerin adeta aktığı dönemlerdi. Çukurova Ağaları, esnaflar, yakın illerdeki para babaları birbirlerine caka satmak üzere Marmara Pavyona gelirdi. Kazanan her zaman mekan olurdu, güzel paralar kazandık. Pavyon denildiğinde, şimdiki gibi kadınların alenen satıldığı yozlaşmış kültür ortamı aklınıza gelmesin. Herkesin eşi, yakınları ve arkadaşları ile geldiği bir mekandan bahsediyoruz. Müşterilerin önemli bir kısmı okumuş, yüksek tahsil yapmış insanlardan oluşuyordu. Gelenler arasında yüksek rütbeli askerler ve valiler de vardı.
Marmara Pavyonuna müşterilerin adeta aktığı dönemlerdi. Çukurova Ağaları, esnaflar, yakın illerdeki para babaları birbirlerine caka satmak üzere Marmara Pavyona gelirdi. Kazanan her zaman mekan olurdu, güzel paralar kazandık. Pavyon denildiğinde, şimdiki gibi kadınların alenen satıldığı yozlaşmış kültür ortamı aklınıza gelmesin. Herkesin eşi, yakınları ve arkadaşları ile geldiği bir mekandan bahsediyoruz. Müşterilerin önemli bir kısmı okumuş, yüksek tahsil yapmış insanlardan oluşuyordu. Gelenler arasında yüksek rütbeli askerler ve valiler de vardı.
Yüksek makamdan gelen olursa önceden yer ayırtılırdı. Aileler geldiğinde bekarlardan ayrı oturturduk, birbirlerine temas etmelerine izin vermezdik. Yanında bayan yoksa arkalara oturturduk. Gravatsız geldiyse zorla satar, taktırırdık. Takmamakta direnenlere gereği gibi konuşur, medeni usullere uyum sağlamasını temin ederdik.
ERMENİ IŞIYAN CİNAYETİ
"Ermeni Işıyan adında bir kabadayı adamlarıyla birlikte bir akşam pavyona geldi, yediler, içtiler. Yan masaları rahatsız etmeye başladılar. Biraz sabır ettim, ancak 2 saat kadar görmezden gelebildim. Dansöz Nurten hanıma sarkıntılığa başlayınca şefle bir uyarı gönderdim. Pe…vnk, sen tut adama tokat at!
Pavyon ya da herhangi bir eğlence mekânında bir çalışana hakaret etmek, tokat atmak dükkan sahibine yapılmış sayılırdı. Bunun duyulması o mekan için büyük yıkımdı, prestij kaybı demekti. Şef garsonuma tokat vurulunca, bulunduğum yerden oraya doğru hızlıca gittim. Ermeniyi kolundan tutup dışarı sürüklemeye başladım. Belindeki kasap bıçağını çekip koluma vurunca kolum kesildi. Ben de belimden Rovelver silahımı çekip kafasına bir tane mermi patlattım, kafa karpuz gibi dağıldı. Ermeniyi yere attım, diğerlerine yaklaştım, amacım dışarı çıkarmaktı. Birisi masadaki tabaklardan bana atmaya başlayınca dönüp ona da bir mermi patlatınca, mermi porselen tabağı parçalayıp yavşağın boğazını delip, hastanelik etti. Bilanço: 2 ölü ve çok sayıda yaralı..
Karşıyaka (Ötegeçe) ve Hürriyet Karakolu’ndan polisler geldi. Polis şefi, “Selahattin Bey, burada silah sıkmışlar, sıkanın faili belli mi” diye sordu. Ben de "ki kişiyi vurdum, cesetleri içerde yatıyor” dedim, teslim oldum. Zerrece vicdanım sızlamadı. Benim olduğum yerde bize hakaret edecekler ha! Adamın kafasını eşekten düşmüş karpuza çeviririm böyle işte.
Adana Cezaevine girdim. Mahkeme olana kadar içerde kaldım. Bu süre içinde avukatlarım geldi gitti, hazırlıklardan sonra mahkemeye çıktım. Ağır Ceza Reisine durumu izah ettim, yapılanları anlattım. İlk önce kendisinin beni bıçakladığını söyledim. Müşterilerden lehime şahitlik yapanlar oldu. Karşı taraftan bir kişi de ölenlerin iyi niyetle gelmediğini, amaçlarının para koparmak olduğunu anlatınca işin seyri değişti.
Mahkeme reisi nefsi müdafaa gerekçesiyle beraatime karar verildiğini açıkladı. İşimin başına tekrar geçtiğimde artık bizim oraya gayrı müslim hiç kimse gelmedi. Bizim varlığımız onlara tekin gelmiyordu. Şakam yoktu, silahı çektiğim an vururdum. Sağda solda yeşil gözlü canavar diye adımı çıkarmışlardı.
Bir sonraki yazıda; 'ACILARIN KADINI'NI BU KEZ DE YAZARI KATLETTİ
https://www.adanahaber.net/aktuel/acilarin-kadinini-bu-kez-de-yazari-katletti-h17909.html
https://www.adanahaber.net/aktuel/acilarin-kadinini-bu-kez-de-yazari-katletti-h17909.html
Yorum Yazın