Abone ol
Aynaya baktığımda yılların ağırlığı yerçekiminin de azizliği ile gitgide gözkapaklarımı ağırlaştırmış. Yaşadığım üzüntüler gür saçlarımı seyreltmiş, şakaklarımı beyazlaştırmış. Acılar ise gittikçe derinleşen her çizgide yüzüme mührünü çoktan nakşetmiş bile. Acımasız yıllar, pürtaze gençlik yıllarımdaki o elmacık kemiklerimim çıkıklığını ve pembe yanakları alıp götürmüş gizlice. Bir enkaz sayılmam yine de tabii, fakat o pürtaze caanım gençlik, kanatlanıp buhar olup uçmuş sanki.
47. doğum günüm Cahit Sıtkı Tararancı'nın hala ezberimde olan 'Otuz beş yaş' şiirini hatırlattı bana; Yaş otuzbeş/ Yolun yarısı eder/ Dante gibi ortasındayız henüz ömrün / Şakaklarıma kar mı yağdı ne var/ benim mi Allah'ım bu çizgili yüz/ Neden böyle düşman görünür / Yıllar yılı dost bildiğim aynalar/ Gökyüzünün başka rengi de varmış/ Geç fark ettim taşın sert olduğunu/ Su insanı boğar, ateş yakarmış/ Her doğan günün bir dert olduğunu / İnsan bu yaşa gelince anlarmış…
Cahit Sıtkı Tarancı, acaba kırk yedi yaş için nasıl bir şiir yazardı? Sanırım yazacakları Otuz Beş Yaş şiirinden çokta farklı olmazdı. Bir kere yaşlanmaya başladın mı, ihtiyara doğru yol alıyor insan. Kaçırdığımız, elimizden yitip giden fırsatlar, yaşanmamış saydığımız kayıp yıllar, değer verdiğimiz dostlar ve dostluklar. Hepsi sanki geçmiş denen bir çuvalın içinde bekleşen anlar ve anılar.
Hamlet'in kafatasını elinde tuttuğu o ünlü 'Olmak ya da olmamak' tiradında dediği gibi, olmak için önce varolmak, var olmak için ise olgunlaşmak gerekir. O halde 40'lı yaşlar olgunluğun hasat dönemi gibidir kanımca. Kendimi kutladım sonra; nice kutlu yaşlara
Bugün 47.doğum günüm. Bir yıl daha yaş aldım yıllardan. Yaşlandım mı,yaş mı aldım yoksa bir yıl daha mı olgunlaştım?
Geçmişe kırk yedi yaş olgunluğu ile bakabilmek gerçekliği bu yaşadığım.
Bir atasözünde 'Yaşa yaşa gör temaaşa' olduğu gibi. Yaşlılığa yerinmek, gençliğe öykünmek…
Bir atasözünde 'Yaşa yaşa gör temaaşa' olduğu gibi. Yaşlılığa yerinmek, gençliğe öykünmek…
Aynaya baktığımda yılların ağırlığı yerçekiminin de azizliği ile gitgide gözkapaklarımı ağırlaştırmış. Yaşadığım üzüntüler gür saçlarımı seyreltmiş, şakaklarımı beyazlaştırmış. Acılar ise gittikçe derinleşen her çizgide yüzüme mührünü çoktan nakşetmiş bile. Acımasız yıllar, pürtaze gençlik yıllarımdaki o elmacık kemiklerimim çıkıklığını ve pembe yanakları alıp götürmüş gizlice. Bir enkaz sayılmam yine de tabii, fakat o pürtaze caanım gençlik, kanatlanıp buhar olup uçmuş sanki.
47. doğum günüm Cahit Sıtkı Tararancı'nın hala ezberimde olan 'Otuz beş yaş' şiirini hatırlattı bana; Yaş otuzbeş/ Yolun yarısı eder/ Dante gibi ortasındayız henüz ömrün / Şakaklarıma kar mı yağdı ne var/ benim mi Allah'ım bu çizgili yüz/ Neden böyle düşman görünür / Yıllar yılı dost bildiğim aynalar/ Gökyüzünün başka rengi de varmış/ Geç fark ettim taşın sert olduğunu/ Su insanı boğar, ateş yakarmış/ Her doğan günün bir dert olduğunu / İnsan bu yaşa gelince anlarmış…
Cahit Sıtkı Tarancı, acaba kırk yedi yaş için nasıl bir şiir yazardı? Sanırım yazacakları Otuz Beş Yaş şiirinden çokta farklı olmazdı. Bir kere yaşlanmaya başladın mı, ihtiyara doğru yol alıyor insan. Kaçırdığımız, elimizden yitip giden fırsatlar, yaşanmamış saydığımız kayıp yıllar, değer verdiğimiz dostlar ve dostluklar. Hepsi sanki geçmiş denen bir çuvalın içinde bekleşen anlar ve anılar.
Yine de çok karamsar bir tablo çizmemek gerek diye düşündüm sonra. Yaşlanıyor olmak gittikçe olgunlaşan bir meyvenin kendisini hasata hazırlaması gibi verimli olmanın göstergesi olmalı aslında. Saçlardaki aklar ise bilgeliğin eseri elbet. Kırk yedi yaş dünyaya bir iz bırakabilmenin tam da zamanı olsa gerek.
Hamlet'in kafatasını elinde tuttuğu o ünlü 'Olmak ya da olmamak' tiradında dediği gibi, olmak için önce varolmak, var olmak için ise olgunlaşmak gerekir. O halde 40'lı yaşlar olgunluğun hasat dönemi gibidir kanımca. Kendimi kutladım sonra; nice kutlu yaşlara
Yorum Yazın